III

525 44 244
                                    

Alphys her kimse onu bulmalıyım. Hem de hemen.

Benimle ne alakası olabilir?

O balık kim? Nereden kurtulamayacaktım?

Karanlıkta benimle konuşan kişi bana neyi ima etmeye çalıştı?

Ah. bilmiyordum. Hafızamın hala yerine gelmemiş olmasıyla birlikte uyandıktan hemen sonra kanayan burnum ve birileri balyozla vurmuş gibi ağrıyan başım da bu duruma hiç yardımcı olmuyordu. Sinir olmuştum.

Uyandığımda yaptığım ilk şey -gözlerimi açtıktan sonra tabii- etrafın ne kadar karardığını fark etmekti. Yaz saatine göre saat 9'da hava kararıyordu ve ben en son öğlen haberleri izliyordum...

Gerçekten de yaklaşık 10 saat boyunca baygın mıydım ben?

Oturduğum yerde ayağa kalkarak etrafta dolanmaya başladım. Kimsenin duymayacağını bildiğimden kendi kendime rahatlıkla konuşuyordum.

"Şuana dek gördüğüm ikinci rüya, ve ilkinin aksine bunda burnum kanadı. Çok daha uzun ve ayrıntılıydı, peki ya neden? O balığın ve Karanlık'ın dediği şeylerin anlamı nelerdi? Of; bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum!"

Ellerimi saçlarımın içine daldırmış, saç köklerimi çekiştiriyorken kapıda duyduğum anahtar sesiyle olduğum yerde sıçradım. Evde yalnız yaşamadığımı bir anlığına unutmuştum, benim hayatımda ayrıca çok büyük bir yer kaplayan nişanlım da vardı. Davis, kapıdan içeri girerken elindeki çantayı girişteki cam komidine bırakıp, ayakkabılarını yolluğa sildi. Gözlerimizin buluşmasını beklemeden çoktan endişeyle beklediğim soruyu sormuştu bile:

"Frisk, kiminle konuşuyordun hayatım?"

Ne açıklayacağımı bilmez halde, araba farları yeni görmüş bir geyik misali öylece bakakalmıştım. Sahiden, bu durumda ne diyebilirdim ki? Karşımda duran ve bir zamanlar âşık olsam dahi şuan benim için bir yabancıdan farksız bu adama güvenmeli miydim?

Beynim, hızlıca bir yalan oluşturup savunmaya geçti: "Hiç, sadece kendi kendime izlediğim bir belgeselle alakalı tartışıyordum da!"

Davis, şüphe içeren duygularını tek kaşını kaldırarak belli etse de sonrasında omuzlarını silkerek gülümsedi. Anlaşılan yemi yutmuştu. Yanıma yaklaşıp alnıma büyük bir öpücük yerleştirdiğinde onun dudaklarına değil, aptallığına sevinmiştim.

Eğer ona neler olduğunu çaktırmadan ondan yardım alabilirsem şahane olurdu, hem benim işim bin kat daha kolaylaşırdı hem de kendimi tanımaya başlardım. 

Kendimi tanımak. Bir anlığına kullandığım kelimeyi düşününce beynimin bir köşesindeki zeki tarafım burun kıvırdı. Tanımak, ha? Yıllar boyunca içinde olduğum bedende yabancı bir ruh olmam hayatıma büyük eksiklikler de getirmişti. Mesela en sevdiğim yemek ne bilmiyordum, ya da sinir olduğum bir şey. En yakın arkadaşım kim onu bile bilmiyordum, acaba hangi zavallıya ''Sonsuza dek arkadaş!'' sözü vermiştim? Çoktan unuttuğum biri olduğu kesindi.

Davis fazla beklemeden merdivenlere doğru ilerleyip tırmanmaya başladı, aynı zamanda da kravatını çıkartıyordu. Üstünü değiştireceğini kavrar kavramaz ben de arkasından onun geniş ve kudretli adımlarının aksine minik ama hızlıca ilerliyordum. Fark etmiş olacak ki, merdivenin son basamağına ayağını koyduğu an durdu. Kafasını çevirdi, ben de nedensizce heyecanlanmıştım. Başını sağa doğru yatırıp sorgulayan bakışlar attığında, tükürüğün boğazımda kaldığını hissedebiliyordum.

abandoned memories | undertaleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin