IV

399 40 146
                                    

Korkusuz.
Kudretli.
Yenilmez.

Altın ve gümüş renklerinin ağırlıkla hakim olduğu balo salonuna girerken hissettiğim duygulardı bunlar. Yoğun ve parlak ışık, tenimi bir elmas misali parlatırken içinde olduğum kan kırmızısı elbise besliyordu cesaretimi, bir kaplanın bakışlarıyla salonu süzüyordum.
Kadınlar, mücevher ve sahte gülüşlerle en güzel olduklarını ima etmeye çalışıyorlardı; adamlar ise ellerinde zarif bardaklarda tuttukları içkileri tokuşturuyor, ciddi bakışlarla iş konuşuyorlardı.
Buraya ait olmadığım o kadar ortadaydı ki, bakışların içeri girerken üzerime dönmesine engel olamamıştım. Uzun elbiseler yeri süpürürken benim şekilli bacaklarım ve ince belim ön plandaydı. Onlarınki gibi bir sürü takı da yoktu üstümde, tek mücevherim kulağımdaki inci küpelerdi.

Ah, bir de üzerimize deli gibi patlayan flaş... Davis arabadan inmeden hemen önce "Hayatım, flaşlarla fotoğraf çekilirken asla ama asla yüzünü ekşitme, olur mu?" dememiş olmasaydı şuanda magazin haberlerine çirkin pozlar vermiş olurdum. Flaşlar kör etse de gülümsedim, sanki her şey yolundaymış gibi.

Arkamızdan girmeye çalışan paparazziye izin vermeyen güvenlik, nazikçe bizi oturacağımız masaya eskort ederken derin bir nefes aldım. Fısıldaşmalar çoktan başlamıştı bile. Gözlerimi devirip, Davis'in elini tuttuğumda hepsine ölümcül birer bakış göndermiştim.

Sonuçta salonda bir çok yalnız ve güzel kadın vardı. Hepsi benim düşmanım sayılmaz mıydı?

Şık ve zarif süslenmiş masaya oturduğumuzda, iç geçirip kibarca masaya oturdum, Davis ise yanıma; masada bizden başka iki yaşlı çift olması biraz yüreğime su serpmiş olsa da içime doğmuş olan kötü bir his bir türlü gitmiyordu.

Alphys. İkinci rüyama giren bilim kadını, beni önemli bir yolculuğa gönderecek olan anahtar. Onu bulmak, suyun altında nefesimi uzun bir süre tuttuktan sonra yüzeye çıkmak kadar rahatlatıcı ve iyi olacaktı benim için, ama neden buradaydım? Neden bu gösterişli baloda boy göstermek zorundaydım?

Tabii, gerçekten de Davis'ten kaçabilecekmişim gibi düşünmem komikti. Bizi geleceğimiz yere kadar bırakan korumaların ben bütün gün evde kendi kendime takılırken kapının önünde durduğunu fark etmemiştim, o iki metrelik adamları geçene kadar çoktan kıçımın üstüne düşmüş olurdum zaten.

"Frisk, hayatım yine mi daldın birtanem? Ah, kusura bakmayın lütfen, şu zamanlarda kafası çok karışık olmalı."

Davis'in sesini duymamla yerimde sıçrayıp araba farlarına yakalanmış tavşan gibi bakmam, konukların bazılarının gözlerini devirnesine, bazılarının ise gülmesine sebep olmuştu. Yanaklarım utançtan kızarırken boğazımı temizleyip durumu kurtarmaya çalıştım.

"Affımı kabul edin lütfen, size böyle bir kusurda bulunmak istememiştim. Sorunuzu tekrarlayabilir misiniz?"

Bunu ben mi dedim?
Kraliyet defterinden fırlamış gibi görünen bu cümleler bana aitti?

"Ah, tabii ki de," diye cevapladı tam karşımda oturan genç adam. Onun daha önce burada olduğunu fark etmediğimden kaşlarımı çattım, ne ara gelmişti ki?

"Size bebeğinizin durumunu sormuştum Bayan Nikenglov. Gazetelerde çıkan onca haber kuru laftan ibaret olacak değildir ya. "

Duyduğum 'bebek' lafı üzerine gözlerim yuvalarından fırlarken, içtiğim şarabın genzime kaçtığını hissettim. Bebek mi?

Ben?
Bebek?
Hamile miydim?

Arkası kesilmeyen öksürükler boğazıma dizilirken, Davis de endişeyle sırtımı sıvazlıyordu. Masadan bir peçete alıp ağzıma kapatarak kendimi kontrol altına almaya çalıştım, lakin aklımdan geçen bin bir düşünce çıldıracakmış gibi hissetmeme sebep olmuştu. Soru, cevap verebileceğim herhangi bir şeye benzemediğinden yardım dilenircesine Davis'e baktım. Bakışlarımdaki çaresizlik onun da dikkatini çekmiş olacak ki, benim yerime cevabı verdi. "Ah, bebek Frisk ile erken nişanlanmamıza bulunan saçma dedikodulardan biri, kendi seçimimizle bu yola girdik ve kimse bizi ayıra-''

abandoned memories | undertaleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin