VIII

314 38 109
                                    

Uyarı: Bölüm şiddet içermektedir.

Gözlerimin üzerine bağlanmış olan siyah kumaş parçası yüzünden saatlerdir karanlıkta yolculuk ediyor, dehşete kapılmış bir halde neler olacağıyla alakalı endişeleniyordum. Sadece gözlerim değildi bağladıkları; ellerimden, dizlerimden, ağzımdan ve ayak bileklerimden de bağlıydım, hiçbir şekilde hareket özgürlüğümün olmaması nefesimin daralmasına ve istemsizce ağlama isteğine sebep oluyordu. 

Bir gün içinde o kadar çok şey yaşamıştım ki, beynimin artık algılayabileceğini düşünmüyordum. Daha bu sabah yeni bir rüya görmüşken, akşama doğru Davis'i bir patlamada kaybetmiş(?), birkaç adamın bana saldırmasından son anda kurtulmuş ve Marlow'la tanışmıştım.

Peki ya şimdi ne oluyordu? Yine can güvenliğim tehlike altındaydı. Zaten hep olmamış mıydı?

Kamyon, birkaç saat daha ilerlemeye devam etti. Marlow'un benimle olduğunu bilsem dahi sesini ya da mırıldanmalarını duyamıyordum, endişelenmiştim. Olduğum yerde sürünerek hareket etmeye çalışırken, arkamdan bağladıkları ellerimin ucuna bir şey bağlayıp beni kamyon kasasının duvarına hapsettiklerini fark etmem uzun sürmemişti. Hiçbir şekilde buradan kurtulabilecekmişim gibi hissedemiyordum.

Umutsuzdum.

Kamyonun aniden fren yapmasıyla dengemi koruyamayıp yere yapıştım, sol kaşımdaki yaranın üzerine düşmüştüm ve yara tekrar açılmışa benziyordu. Ilık bir şeyler, gözümün çevresindeki kumaşa gittikçe yayılırken içimden bir ses bunun açılacak son yara olmadığını söylüyordu.

Kamyon kapısı açıldı. İki farklı adım sesi, kısa bir süre içinde kamyon kasasının olduğu yere geldiğinde nefesimi tutmuş, bekliyordum; en azından şimdi az çok neler olduğuyla alakalı bilgi sahibi olabilecek ve ufak bir şansla olsa da kurtulabilecektim.

''Hey, kaldır o kıçını yerden. Gidiyoruz.'' Yanıma gelen adam kolumdan sıkıca tutup beni havaya kaldırdığında saatlerdir kıvrılmış olan dizlerimin uyuşmuş olması yüzünden müthiş bir ızdırap karşıladı beni. Dişlerimi birbirine kenetleyip tısladığımda adam umursamadan yürümeye başladı; resmen beni de arkasında sürükliyordu. Savsak adımlarla onu takip etmeye çalışsam da gittiğim yeri görmediğimden sürekli bir şeylere takılıyor ya da vuruyordum. Adamın kolumu bırakacağı da yoktu, o yüzden büyük ihtimal iz kalacaktı sonradan.

Adam beni kamyondan indirmek için öne attığında açıkta olan derimin her bir santimi taşlı yolun üzerinde sürttüğünden, bütün vücudum alevler içerisindeymiş gibi hissediyordum. Dizlerim zaten parçalanmıştı, kollarım ve dirseklerim hiç iç açıcı bir durumda değildi ve yüzüm...

Cehennemi yaşıyordum resmen. Zaten açık olan yarama kum girmiş, yanağımda ufak kâğıt kesikleri gibi yaralar açılmıştı. Saçlarım değdikçe de çenemi daha da kasıyordum, bu gidişle dişlerimi kırabilirdim bile. 

Adam, yanıma gelip sertçe kolumdan asıldığında, vücudum bir kukla gibi itaat etti. İğrenç nefesinin yüzümü yaladığını hissediyordum. Sessizce geçen birkaç saniyeden sonra kolumu bıraktı ve ben yine beni kucaklayan taşlı zemine geri döndüm.

''Kızı al Alec, ben diğeriyle uğraşacağım. Biliyorsun emirleri, canlı oldukları sürece dövmekte sıkıntı yok.'' Cümlenin sonunda sırıttığı nefes alışından anlaşılmıştı, dehşete düşmüştüm. Neler yapacaklardı bana?

Bu işin arkasında bir şekilde Davis'in parmağı olduğu hissine kapılsam da, emin olamıyordum. Büyük bir şirketin büyük düşmanları olurdu tabii ki, peki ya niye Nikenglov ailesinden biri yerine ben kaçırılmıştım ki-

Düşüncelerimin önü, burnuma yediğim darbe ile kesilirken, nefesimin ciğerlerimden boşladığını hissetmiştim. Kan olduğunu düşündüğüm sıvı burnumdan boşalırcasına akarken karnıma yediğim ikinci bir darbeyle olduğum yerde topa büründüm. Acı dayanılmazdı. Öyle ki, kendimi sanki dışarıdan izliyor ve kendime acıyordum. Bilincim gittikçe karanlığa doğru çekilirken, yediğim en son darbe noktayı koymuştu.

abandoned memories | undertaleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin