Dört bir yanımı sarmış olan kirli duvarlar, beni boğuyordu.
Hislerim bir buz kalıbı kadar soğuklaşmış, fiziksel olarak hissettiğim acılar nahoş bir keyifle vücudumu sarmıştı. Yapayalnız değildim odada, ama öyleydim. Çoktandır yitirmiş olduğum zaman kavramımı tetikleyen tek şey, Undyne'nın belirli aralıklarla attığı çığlıklardı.
''Bunların hepsi bittiğinde, bana ölmek için yalvaracaksınız!''
Kafamı iki yana salladım. İçimde gittikçe yükselen isterik gülüşü engelleyemeceğimden korkuyordum. Gerçi, neden gülme hissi sarmıştı, ondan bile emin değildim. Düşüncelerim, kafamın tepesinden resmen fışkıran saçlarım kadar dağınıkken, hangi amaçla burada olduğumu çözmem imkansızdı. Merhametsiz bir fırtınanın ortasında kalmış, sağa sola bir oyuncak misali sallanan gemiye benziyordu vücudum; duruma yardım etmemesi de cabasıydı.
En son neler olmuştu? Undyne ile bir bahçeyi gezerken yanımıza gelen askerler, bizi kollarımızdan tutarak bir kamyona tıkmıştı, ve saatlerce süren yolculuktan sonra buradaydık. Kamyona binmek istemediği için Undyne'a narkoz verilmişti, ve böylesine güçlü bir kadın bile ufak bir iğne ile uyutulabiliyorsa, bana ne yapacaklarını öğrenmek istemiyordum.
Ne ara titremeye başladığını çözemediğim ellerimi kaldırıp, yüzümü sıvazladım. Ruh halimin dengesizliği içimdeki mantıklı tarafı yavaş yavaş öldürüyordu. Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes almamla kendime verdiğim ilk komutu fısıldamıştım: ''Undyne ile konuş.''
''Undyne...?'' Sesim bir yavru kedininki kadar ince ve çatlak çıktığından, boğazımı temizleyip tekrar denedim.
''Undyne?''
Kapının demirliklerine tutunup başını kapıya doğru yaslamıştı. Beni duyduğundan şüpheliydim, onun aklı da en az benimkisi kadar düşüncelerle kalabalık olmalıydı. Peki o zaman, diye içimden geçirip, sesimi daha da yükselttim.
''Undyne!''
''Ne var?!''
Bulunduğumuz loşlukta dahi parlayan gözlerini benimkilere diktiğinde, boğazıma oturan tedirginliği atmak adına yutkundum. İçimdeki duyguların yüzüme vuruşu nasıl olduysa artık, aradan geçen kısa bir süre ardından ifadesinin yumuşadığını fark ettim. Ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi yavaşça dışarı vererek, olduğum yerde emeklemiş ve yanına kadar gelmiştim; arada güvenlik açısından kısa bir mesafe bırakarak tabii.
Neler olduğunu sormak istesem dahi, teşebbüs edemiyordum. Burnundan kısa bir nefes verip, vücudunun tamamıyla bana döndürdüğünde beklemeye başladım.''Bu kaldığımız yer, canavar ve insanların birlikte açtığı uluslararası bir hapishane. Seni bir patlama ve yaklaşık 90 kişinin ölümüyle suçluyorlar. Frisk Jacquet adına açılmış onlarca tazminat davası var, lakin senin öyle bir şey yapmayacağını biliyoruz. Ben ise kundakçılıktan buradayım. Tabii, eğer normal bir vatandaş olarak olsaydım sıkıntı olmazdı; birkaç aya çıkardım ama ''Canavar Kraliyet Ailesi Baş Muhafızı'' statüsünde olmam ve Canavarlar Şehir'ndeki bütün polis vb. korumaların emir vereni olduğumdan, benim için de tutuklama kararı çıkartılmış. Asıl kötü olan ise senin insanlar adına... casusluk yaptığını düşünüyorlar. Bu yüzden bizi götürmek için Ordu çağırılmış. Şerefsizler senin işkenceye mi yatırılman gerektiğine yoksa direk idam mı edilmene karar veremediğinden buradayız. Sikeyim, çok kısa zamanımız var.''
Undyne'nın söyledikleri üzerimde şok etkisi yaratırken, yapabildiğim tek şey kendimi kaybetmemek adına tırnaklarımı elime batırmak olmuştu.
90 kişinin ölümü mü?
Casusluk? Kime?
''Frisk, bunların hiçbirisi senin suçun değil. Şuan zaten Kralın kendisi bu olayı çözmek için geliyordur, eminim.'' Undyne tam olarak oturmadığı yerden kalkarken, derin bir nefes aldı. Aklından geçenlerin gözlerine yansıttığı kısa sürelik durgunluk, bana bu hikayenin devamının olduğunu anlatmaya yetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
abandoned memories | undertale
AdventureGeçmişin anıları, geleceğin beşiğinde saklıyken, bu beşiği gözleri kapalı bulmaya çalışan bir kız. Kararlı, güçlü ve sevgi dolu. Yaşamın umursamadığı, ölümün arkasından kovaladığı bir canavar. Tehlikeli, acımasız ve umursamaz. Ruhlarının, binlerce y...