Su'nun neden "Aslında amacım o değil ama öyle gözükecek." dediğini anlamıştım. Asıl istediği babaannesiyle tanışmamdı. Ama ek olarak birçok şey öğrenmiştim, bunlar sanki kendini affettirme çabası gibi durmuyor değildi. Tabii sadece dışarıdan bakan için. Özünde artık düşündüğü ve yaptığı şeylerin nedenlerini az çok anlamaya başlamıştım.
Kafeteryanın kapısını hızla açıp içeri girdim. Su'yla Berk'in burada olduklarını biliyordum. Hafta sonu doğru düzgün görüşememiştik Su'yla. İşinin olduğunu söylemişti ve bana susmak düşmüştü o an. Tabii bu o ana mahsustu. Birde benle uğraşsın, kafası ağrısın istememiştim. Ama şimdi hesap zamanıydı. Gözlerimi kafeteryanın içinde gezdirip yerlerini bulmaya çalıştım. Berk elindeki telefonu Su'ya doğru tutarken baya bi gülüyordu. Su'nun da okuyup kahkaha atmaya başladığını görünce masalarına yardırmaya başladım.
Kahkaha atan bir Su'ya kolay kolay denk gelinmiyordu.
Elimdeki poşet sürekli bacaklarıma değip ses çıkardığından gelişim sürpriz olmadı. Su'yla göz göze gelince gördüğüm şeyle olduğum yere çakıldım. Dudağının bir kenarında küçük bir bant vardı ve gözleri kan çanağına dönmüştü. Ama en fenası göz göze gelince gözleri anında dolmuş, dünyada muhtaç olduğu tek şey benmişim gibi bakmaya başlamıştı. Kaşlarım anında çatılırken sert adımlarla masaya ulaştım. Sırtını tam yaslayamadığını fark edince daha da öfkelenmiştim. Dişlerimin arasından "Ne oldu sana böyle?" diye tısladım.
Berk bana yılan demişti de inanmamıştım.
Ciddi anlamda bir yılan gibi hissediyordum. Ona zarar veren şey her neyse, bedenimi tüm bedenine sarıp boğmak, tam olarak öldürmeden bir kerede yutmak istiyordum. Ve sanırım bu halinin sebebini biliyordum.
Sertçe yutkunup "Sana da selam." dedi kısık sesle.
"Su bir soru sordum, cevap ver."
"Biliyorsun zaten cevabı Toprak. Zaten yorgunum, söyleyerek daha çok yorulmak istemedim. Gelme üstüme, lütfen."
Poşeti sandalyeye bırakıp Berk'e "Buna gözün gibi bak. Eğer bir şey olursa gözünü çıkarırım ya da ona benzer bir şeyler yaparım işte. Sonuçta gözüne düzgün bakmazsan sonucu onu kaybetmeye kadar gider." dedikten sonra elimi Su'nun bileğine sardım ve yerinden kaldırıp kafeteryanın çıkışına ilerlemeye başladım. Arkamdan inlediğini duyunca yavaşladım ancak dönüp bakmadım. Önce burdan çıkmamız gerekiyordu.
Kapıyı bu sefer kendime doğru çekerek açtım. Hız kesmeden olduğumuz kattaki hiç kullanılmayan sınıfa ilerlemeye başladım. Elektrik sorunu vardı ve bu yüzden etrafındaki kameralar da bozuktu, içerideki ışıklandırma da. Etrafı kolaçan edip gelen gidenin olmadığı bir zaman kapıyı hızlıca açtım ve bedenlerimizi içeri soktum. Sırtımı kapıya yaslayıp bedenini süzdüm. Yüzünü acıdan buruşturmuştu, ayakları çok dikkatli bakılmadığı sürece belli olmayacak şekilde hafiften titriyordu ve elleri iki tarafında yumruk şeklini almıştı.
Sakin olmaya çalışarak "Arkanı dön." dedim sert bir sesle.
Gözleri kocaman açılırken geriye doğru birkaç adım atıp "Burda olmaz." dedi ince bir sesle.
Ellerimle yüzümü sıvazladıktan sonra indirip "Lan daha öpüşmedik bile, ne burda olmazı? Hem bak hatırlatıp durma, çıldırmama ramak kaldı. Ben ki sevişmekten çok öpüşmeyi seven yüce Toprak, hala öpüşmedim senle." diye sızlandım.
"Six yüce Toprak'a noldu?"
"Ne?"
"Hani dedin ya seven yüce Toprak, bende işte six yüce Topr-sustum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çamur | Texting ¦ Boy×Boy
Kısa Hikaye05...: Babana eşcinsel olduğunu söyledim. Toprak: ne *BoyxBoy'dur* (Yani eşcinsel konuludur.) [Yani eğer bundan rahatsız oluyorsanız, okumayınız.] {Çokça küfür barındırır.}