Yeni bir gün daha. Güneş doğdu. Gökyüzü tüm asaletiyle parlıyor. Kimileri güne mutlu başladı, kimileri üzgün. Kimileri güne doğdu, kimileri güne uyanamadı. Onur Başçavuş bu yeni güne buz gibi bedeniyle girmişti. Ailesi dünden beri perişan olmuş hala öldüğüne inanamıyordu. Oğlu hala 'baba' diye ağlıyordu. Herkesin içi buruktu.
Ceren ve Esma uyuyamamışlardı. Hala şoktaydılar. O an akıllarına kazınmıştı adeta. Her gözlerini kapattıklarında bir huzursuzluk hissediyorlardı. İnanamıyorlar, inanmak istemiyorlardı. Sabah üniformalarını giydiler ardından dışarı çıktılar. Diğerlerinin yanına geçip komutanı beklemeye başladılar. Mehmet Binbaşı geldi ve yine hepsinin suratına tek tek baktı. Birden kaşlarını çattı. Sanki bir şeyler düşünüyordu. Onun da içi acıyordu, çok belliydi.
-Biliyorum, hepinizin içi acıyor, hepinizin yüreği sızlıyor. Benim de sızlıyor. Ancak yüzlerinizdeki bu ifadeyi silmelisiniz. Onun arkasından dimdik duracak düşmanı ezeceksiniz! O küçücük çocuğu yetim bırakan hainleri bulup ezeceksiniz! Sizler Türk askerlerisiniz. Asla yıkılmayacak, pes etmeyeceksiniz. Onur Başçavuş'u ancak böyle mutlu edebilirsiniz. Şimdi oraya gidecek ve onu uğurlayacağız. Boynunuzu bükmeyin, dimdik durun.
Askerler araçlara bindi ve tören alanına doğru yola koyuldular. Araçta herkes kafasını eğmiş önüne bakıyordu. Kimseden tek bir kelime çıkmamıştı. Kısa bir süre sonra araçtan birer birer indiler. Başçavuşun eşi ve oğlunu gördüler. Oğlu bir adamın kucağında sessizce dururken eşi 'Onur' diye feryat ediyordu.
Onur Başçavuş, baba, eş, arkadaş, yoldaş, en önemlisi de bir Türk askeri olarak toprağa, sonsuzluğa gönderildi. Namazlar kılınıp dualar edilirken eşi daha fazla kendini tutamayarak toprağı avuçlarının içinde sıktı. Gözünden yaşlar akarken, "Orada görüşmek üzere askerim..." dedi. Askerler bu manzarayı gördükçe üzüntünün yanında nefret ve kinleri artıyordu.
O sırada Selim yanına minik çocuğu ve bir askeri daha alarak kafeye ilerledi. Onu biraz olsun oyalamak için bir şeyler yapmayı planlamışlardı. Selim yüzündeki üzgün ifadeyi atmaya çalışırken bir yandan da Emir'i kucağına alarak bir koltuğa oturttu. Asker ile birlikte Emir'in karşısına oturdular. Ona ne diyeceğini, onunla nasıl konuşacağını, davranacağını bilmese de bir şeyler yapmaya çalışacaktı.
-Ee ufaklık, ne içeceğiz seç bakalım, dedi gülümseyerek Selim. Emir kollarını göğsünde kavuşturarak:
-Siz için. Ben bir şey yiyip içmeme kararı aldım, dedi hızlıca konuşurken.
Diğer asker, "Allah Allah, nedenmiş o bakalım?" dedi yumuşak bir ses tonuyla.
-Anneme küstüm. 'Babamı eve getir' diyorum getirmiyor. 'Nerede' diyorum, 'söyle ben bulurum onu, kocaman adam oldum,' diyorum ama yine de bana cevap vermiyor. Ne zaman geleceğini de söylemiyor ve ben daha çok merak ediyorum. Babam hem doğum günüme gelmedi, hem de bana bisiklet sürmeyi öğretecekti. Beni çok üzdüler ikisi de.
Selim ne diyeceğini bilemeyerek diğer askere 'Bir şeyler söyle.' der gibi baktı. Emir'in kurduğu bu masumluk dolu cümleleri aklından tekrar edip durdu.
-Tamam, bunların hepsini ben annene söyleyeceğim. Ben de bisiklet sürmeyi bilmiyorum, sen de bana öğretirsin dimi? Bu arada ben Yiğit, dedi gülümsemeye devam ederken.
Emir gülerek, "Ben de Emir, seni sevdim ben asker abi. Çok iyisin, hatta benim kadar iyi olabilirsen seni şirinler ile tanıştırmak isterim." dedi, çok bilmiş bir ifade ile.
-Aman Emir Bey, sizin kadar iyi olabilir miyim hiç? Ama yine de şirinler ile tanışmak isterim, bunu benim için yaparsın dimi?
-Hımm, olabilir.
-Peki ya benimle bisiklet de sürecek misin?
-Biliyorsun ben çok meşgul bir çocuğum. İşlerim oluyor. Ama en kısa zamanda sana öğreteceğim. Tabii ilk önce benim öğrenmem lazım.
Onlar bu şekilde şehit çocuğu ile ilgilenirken çoğu kişi gitmiş, Onur Başçavuş'un yakınları kalmıştı. Yahya ve Oğuz dünden beri hiç konuşmamışlardı. Her an bir yerleri yakıp yıkacak gibilerdi. Ceren ve Esma onları böyle gördükçe daha da üzülüyorlardı. Bir süre Onur Başçavuş'un eşi ile ilgilendiler. Kadıncağız omuzlarında ağlayınca onlar da kendilerini daha fazla tutamayıp ağlamaya başladı. Sessiz sessiz ağladılar. Gözyaşları sanki kimselere gözükmek istemez gibi hızlıca kayıp gitti.
Evini yerleştirmekle uğraşan Huriye'nin aklı onlardaydı. Cenazeye gelip onlara destek olmayı çok istemiş ancak ev ile ilgili bazı işler çıkınca gidememişti. Yine de içi rahat etmemiş, ara ara onları aramıştı.
Başçavuş'un eşi biraz olsun kendine gelince Emir'i de alarak eve gitti. Onlar Mardinliydi. Görev yeri de Mardin'e çıkınca buraya yerleşmeye karar vermişlerdi. Başçavuş'un akrabaları hep buradaydı.
Akşama doğru herkes yine askeriyede toplandı. Hüzün vardı askeriyede. Kimse gülmüyor, neşelenemiyordu. Akşam yemeğini doğru düzgün yiyen yoktu bile. Komutanlarının vuruluş anlarını düşündükçe iştahları kaçıyordu.
Bu gece Ceren'in nöbeti vardı. Nöbetten önce Esma ile biraz oturmaya karar verdiler. Dışarıdaki banka geçtiler.
-Hiç dışarıdan göründüğü gibi değilmiş, o kadının omzumda ağlamasını unutamıyorum, dedi Ceren.
-Bir tuhaf oldum o an. Anlatılamayacak bir şey ya.
-Allah asker eşlerine sabır versin, tez zamanda kavuşmalarını nasip etsin.
-Amin.
-Ya o küçük çocuk? Ya nasıl da 'baba Baba'nın diyip durdu ya.
-Oof, of. Küçücük çocuk lan küçücük. İçim acıdı ya.
O sırada güm diye bir ses geldi. İkisi de sıçradılar. Sesin arkadan geldiğini anlayınca hemen gittiler. Gittiklerinde kırmızı eliyle Yahya Üstçavuş'u gördüler. Yahya Üstçavuş onlara baktı. Bir şey diyecek gibi oldu sonra kafasını çevirdi. Ceren artık sinirlenmeye başlamıştı. Hızla yanına giderek,
-Komutanım böyle bir yerlere ya da kendinize zarar vererek onu geri getiremezsiniz. Evet içiniz acıyor biliyorum, biz de iyi değiliz biz de kötüyüz ama böyle bir şey elde edemeyiz. dedi.
Arkadan Esma da yaklaşıp,
-Evet komutanım. Bizim güçlü durup öfkemizi o hainlere saklamamız gerek. Bu yüzden kendinize zarar vermeyi bırakın. Zarar görmesi gerekenler onlar, diyerek parmağıyla dağları gösterdi.
-Doğru, haklısınız. Ama ne yapayım? Kendime hakim olamıyorum. Şu an o şerefsizler elimde olsa onları bu duvara yapıştırırdım. Ama maalesef ki değiller işte. Mehmet Binbaşı'yla konuştum. Yakında tekrar bir göreve çıkacağız ve onları gebertmeden dönmeyeceğiz.
-İşte bu iyi bir haber. Şimdi onlar düşünsün..
Herkes koğuşlarında ilerlerken Ceren de nöbet için yerine ilerledi. Nöbet yerine girdi, geçirdiği günü düşündü en baştan.
Telefonuna gelen mesaj sesiyle telefonunu eline aldı. Huriye ve Esma'nın olduğu gruptan geldiğini görünce biraz göz attı. Onur Başçavuş ile ilgili bir şey konuşuyordular. Huriye'nin birkaç sorusuna Esma cevap veriyordu. Bir şey demeden telefonu sessize aldı ve elinden bıraktı. Bir şeyler yazacak kadar bile iyi hissetmiyordu. Kafasını arkaya yasladı ve tavanı izlemeye başladı.
O sırada Onur Başçavuş aklına geldi yine. Telefonunu eline aldığını görmüş ve kızması gereken yerde "Bu seferlik bir şey demiyorum." diyerek gitmişti. "Komutanım..." diyerek hafifçe fısıldadı. Hüzünlü bir gülümseme ile nöbetine devam etti. Bu hüzün son kez olacaktı. Hüznün yerini kin ve öfke alacak ve dağlara korku salacaktı. Bu sefer olan görevlerinde hepsinin işini bitireceklerdi. Hiçbir askerin kılına zarar gelmeden bu görevi bitirmek için dua etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İki Badi Bir Araya Gelmemeliydik
Humorİki asker arkadaşın görev yeri aynı yere çıkarsa ne olur? Komutanın dedikodusunu yaparlarken arkalarından komutan gelir mesela. Ya da 20 yaşına gelip de hâlâ bağcığını bağlayamayan Esma, Ceren'e bağlatırken askerler onları görür. Bu onların her gün...