11. BÖLÜM-LAF

2.5K 237 61
                                    


"Anlatsana Yoongi." dedi Hoseok elindeki kahve dolu fincanı siyah saçlı gencin önüne koyarken. 

"Ne anlatayım?" Uyuşuk hareketlerle işaret ve orta parmağını fincanın sapına doladı, ağzına götürürken söyledi.

"Neden bankta bir başına oturuyordun, yağmurda?" Hoseok bu sırada kendi fincanını da almış, Yoongi'nin karşısına oturmuştu. 

"Banklardan başka oturacak yerim yok." derken gayet rahattı, normal bir şey anlatıyormuş gibi bir tavrı vardı. Hoseok duyduklarıyla ağzındaki kahveyi püskürtecek gibi oldu, kendini son anda engelledi. 

Kahveyi yutup elini ağzından çekti, gözlerini büyüttü: "Sen ciddi misin?!"

"Şaka yapar gibi bir halim mi var?" Tek kaşını kaldırıp indirdi ve kahvesinden bir yudum daha aldı. Hoseok gerçekten şaşırmıştı, üzülmüştü de. 

"Ama neden?" 

İç çekti Yoongi:"Buradan soy ismimi kimliğine geçirmeden çıkamazmışım gibi hissettiriyorsun."

"Ne?"

Göz devirdi Yoongi: "Çok özele giriyorsun, diyorum." 

Hoseok kaşlarını havalandırmayı kesip dik omuzlarını düşürdü: "Kusura bakma, soru sormada makine gibiyim. Duramıyorum." 

Anlayışla başını yavaşça aşağı yukarı salladı ve dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra yine bir yudum aldı.

Kahve içmek, zaman kazanmanın bir yolu gibiydi Yoongi için. Karşısındakini kırmak istemiyor, aynı zamanda özelini de paylaşmaktan sakınıyordu. Ne gerek vardı ki bilmesine? Bilse ne olacaktı? Ona yardım edemezdi sonuçta, yardımsever olsa da.

Sessizleşen Hoseok'a bir bakış attı Yoongi, sonra yine kahveye daldı: "Merakının iyi niyetli olduğuna şüphem yok, sallama." 

Hoseok başını iki yana salladı hızlıca, ortadan ayırdığı saç tutamları da sallanmıştı: "Yo, ondan değil de... Ben gerçekten de şu an çok üstüne geldiğimi fark ettim. Zorla seni eve getirdim falan."

"Gelmek istemeseydim gelmezdim, emin ol. Sadece dil dökmen hoşuma gitti, ağzın iyi laf yapıyor."

 Alayla kıkırdadı Yoongi. Hoseok ise "Bu çocuk uslanmaz." der gibi başını salladı.

"Seninle çok işimiz var Yoongi-ssi."

[]

"Ah hayır, bebeğim yapma böyle." 

Hwasa, oğlunun dolu dolu kahverengi gözlerini görünce içinden iç gitti. Hemen eğilip oğlundan daha kısa hale geldi ve onu kendisine çekip sarıldı: "Sadece iki haftacık bir tanem, on dört güncük." 

Namjoon burnunu çekip annesinin saçlarına yüzünü gömdü: "Dayanamam ki..." 

Ses tonu Hwasa'nın güzel, sürmeli gözlerinin dolmasına sebep olmuştu: "Dayanacağız anneciğim. Hem bak Jin hyungun burada... Jimin de gelecek, Jungkook da ziyaret edecek seni, Hoseok da oyunlar oynayacak seninle."

Namjoon olgun davranmak istemese de öyle yaptı. Sakince annesinin sözlerini dinledi, ellerinin tersiyle gözlerini silip yalancıktan gülümsedi. Hwasa derin nefes aldı, içi hiçbir şekilde rahat etmiyordu. 

Tek yaptığı oğlunu sakinleştirmek, en azından onun içini biraz da olsa rahatlatmaktı: "Senin için daha iyi olur, diye düşündüğümüz için Jin'in evine gitmedin. Mis gibi evimizde kalacaksın, odamızda yatacaksın, çizgi filmini izleyeceksin, İngilizce bile çalışacaksın. Aynı düzenin devam edecek işte, sadece ben olmayacağım." 

Ama o bilmiyordu ki Namjoon'un tüm düzeninin her şey aynı olsa da annesinin yokluğuyla alt üst olacağını. 

Sadece baş sallamakla yetindi ve gözlerini ondan ayırıp daha sıkı sarıldı.

Birkaç saniye daha sarılı kaldıktan sonra saçlarını geriye atarak kollarını indirdi, biraz geri çekildi. Sağ elini biriciğinin sol yanağına yerleştirdi: "Seni seviyorum." 

Küçük bir öpücük verip ayaklandı.

Namjoon'un gözleri tekrar doldu. Gözyaşlarını silmesine rağmen ardı arkası kesilmiyordu. Ve bunun sebebi annesinin iki haftalığına ayrılması değildi sanki. İçinde kötü bir his vardı, açıklayamıyordu da. 

Titreyen dudaklarını kontrol altına almaya çalışarak söyledi: "Seni seviyorum, anne." 

İncecik parmaklarını uzun parmaklara sardı, yanağını o ele yasladı: "Ne olursa olsun gel, tamam mı?"

"Geleceğim bir tanem. Türkiye Cumhuriyeti bile dikilse karşımda, geleceğim." 

Doktora döndü genç kadın: "Anlattığım şeyleri eksiksiz yapacağından eminim, sorun çıkacağını düşünmüyorum. Umarım şu iki hafta hızlıcak geçer." 

Gülümsedi Jin: "Umarım."

Tekrar oğluna döndü: "Namjoon..." 

Saçlarını okşuyordu: "Ciğerimin yarısı..." 

Derin nefes aldı: "Sen olmadan düzgün nefes bile alamam ve ben yaşamayı seviyorum tamam mı?" 

Namjoon da Jin de bu sözün üzerine kıkırdadı.

"Anneciğim... Kendine çok dikkat et olur mu? Türkiye'de kötü olaylar oluyormuş, haberlerde söylediler. Yemeklerini ye ve güvende olacağın yerlerde dur." 

Acı bir tebessüm belirdi esmer yüzde, oğlunun bu kadar düşünceli olması yüreğine dokunuyordu: "Tamam, bir tanem."

Ve en kötü zaman gelip çatmıştı, bavulunu alıp arkaya dönme ve kapıdan çıkma.

[]

Jungkook'un aramasına yanıt verdi Hwasa: "Efendim tavşanım?"

"Hoseok mu öğretti sana bunu?!" 

Hwasa, Jungkook'un yalancı sinirine güldü: "Evet, kafamız çok uyuştu Hobiyle."

"Aman aman, neyse. Sen bana bir şeyler diyecektin, neydi o?"

"Heh!" 

Derin nefes aldı siyah saçlarını alnından geriye iterken. Bu sırada taksinin camından dışarıyı, kayıp giden ağaçları izliyordu: "Ben Türkiye'ye gidince telefonu direkt kapatacağım."

"A?! Niye ki?" 

Karşıdakinin şaşırmış halinin üstünde durmadan aklındakileri söylemeye devam etti: "Sınavlara çalıştım buradayken ama hazır hissetmiyorum. Düzgünce çalışmam ve tüm derslerden geçmem lazım. Ayrıca iki günlüğüne anneannemlere gideceğim, başka şehre. Orada zaten telefon çekmiyor, telefonu açık bırakmam hiçbir işe yaramayacak."

Jungkook ofladı: "Namjoon her gün seni soracak."

"Ses kaydı atacağım sana bir sürü, sordukça dinletirsin olur mu?"

"Peki." 

İçi biraz rahatlamıştı genç kadının: "Teşekkürler."

HEART REATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin