Tüylerini okşayan, serin, hafif bir meltem hissetti gözlerini açmadan önce. Rahatı yerindeydi. Şu an nerede olduğunu gayet iyi biliyordu ama saatten haberi olduğu söylenemezdi.
Şeker tadındaki uykusundan ayrılmasının huzursuzluğuyla kaşlarını çatarak göz kapaklarını araladı Jimin. Bir süre hiçbir şey göremedi, zifiri karanlık değildi ama gözlerinin alışması gereğinden uzun sürmüştü.
Sarı noktasına düşen ilk ters görüntü, Jungkook'un yüzünde hafif bir tebessüm ile hülyalı bakışlarıydı.
"Günaydın, canım."
O görüntü yaklaştı ve burnunun ucunda ıslak bir öpücük hissetti.
Yumruk yaptığı ellerini gözlerine çıkardı ve ovdu, uyku mahmurluğu hâlâ üzerindeydi. Ağzını şapırdattı ve yarı kapalı gözlerini Kookie'sine çevirdi, ona çenesinin altından bakıyordu: "Hava niye karanlık, Kookie?"
Ardından doğruldu, tahmin ettiği gibi tavşan dişli çocuğun dizlerinde uyuyakalmıştı.
"Akşamüzeri geldik ve sen üç saattir uyuyorsun, bebeğim. Havanın kararması sence de normal değil mi?"
Kıkırdadı büyük olan ve elini sarı saç tellerinden geçirerek karıştırdı.
Jimin'in huysuz mırıltılar çıkarmasıyla da daha da keyiflendi: "Biraz daha durmak ister misin yoksa eve gidelim mi?"
Duyduğu cümleyle gözlerini kapattı ve tekrar kendini en güvenli dizlere bıraktı. Hassas burnuna meltemin pek de uzak olmayan bir yerden taşıdığı taze çimle karışık hoş çiçek kokusu doluşunca eve gitme fikrinden hemen vazgeçti.
Sonra aklına geldi, şu an çok ışıklı bir yerde değillerdi. Gözlerini açarsa, Jungkook kadar olmasa da parlak yıldızları görebilirdi belki. Sahi, şu yaşına kadar kaç kez gökyüzüne bakıp da yıldızları seyre dalmıştı?
Vakit kaybetmeden gözlerini açtı ve gökyüzüne odaklandı, bakış açısının sol tarafında semayı engelleyen ağacın gür yapraklı dalları engelliyordu ama bu harika bir şölen oluşturuyordu.
Jungkook, Jimin'in gökyüzünü seyrettiğini fark edince sorusunun cevabını öğrendi. Ani bir hareketle minik vücudu kolunun altına aldı, kafasını omzuna yasladı ve çimlere boylu boyunca uzandı.
Yıldızlarla bezenmiş, yapraklarla süslenmiş kara örtünün altında, kalp atışlarından oluşan melodi kulaklarında iken, göz kapakları gökyüzünü depolamak için acele etmeden kapanıp açılırken, yan yana, vücut ısılarını paylaşır durumda, daha ne kadar mutlu olabilirlerdi ki?
Tüm kötü yaşanmışlıkları unutup birbirlerinden güç alarak, gülümseyerek, hiçbir şey düşünmeden sadece anın tadını çıkarmak gibisi var mıydı? Boşvererek, üstüne gitmeden, kendinden çözüleceğini umut ederek ve yine gülümseyerek...
"Jimin?" diye seslendi sol kolunu doladığı bedeni hafifçe dürttüğünde. Sesi soru sorar gibi çıkmıştı ama içinde kararsız bir tını da vardı.
Bu da Jimin'i biraz germiş olacak ki sarı kuyruğunu bir anda sallamayı durdurdu, sonra bir sorun olmadığını umut ederek devam etti: "Efendim?"
"Sıkılmıyor musun?"
Jungkook nefes alıp sol elini aslında hiç oradan çekmek istemediği saçlara daldırdı ve parmaklarını açıp kapatarak, kafa derisine değmeden okşamaya başladı.
"Neden sıkılmıyor muyum, Kookie?"
Bu soru biraz... Garip gelmişti dört yaşındaki çocuğa. Sıkılmak; oynayacak oyun bulamamak, sevdiğin çizgi filmin bir türlü başlamaması ya da oturup hiçbir şey yapmamaktı. Ve bu olaylar azınlıkta olurdu çünkü Kookie ve Hobi okuldayken Yoongi hyung onun yanında olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEART REAT
Fanfiction"Bana 'sahip' deme bebeğim, ben senin sahibin değilim. Zira sen benim kalbimin sahibisin." Lunaparksız ve pamuk şekersiz, kedi çocuğun kaçırılmadığı bir hikaye arıyorsanız gönül rahatlığıyla kütüphanenize ekleyip okuyabilirsiniz. Bangtan'ın doğum g...