Sis gibi çöken gerginlik başta Hoseok olmak üzere herkesi etkilemişti.
"Şey..." dedi çekingenlikle Jungkook. Namjoon bir tepki göstermeksizin olduğu yerde kapıyla bakışırken Seokjin arkasını dönüp çocuklara göz kırptı "Ne oldu?" dercesine.
"Gel biz bavulları alalım aşağıdan, Hobi." arkadaşının koluna vurarak söylemişti tavşan dişli çocuk.
"E-evet çok iyi olur." diye kekeledi ve arkadaşının önüne geçerek aceleyle merdivenleri inmeye başladı. Arkadaşı da onu takip etmişti.
Jin, desteklediğini belli edercesine yanındakinin sırtına vurdu: "Kapıyı çalmayacak mısın, Namjoon?" Yutkundu çocuk. Derin nefes alarak gözleri kapadı ve beş saniye sakinleşmeyi bekledi. Boğazını temizleyip göz kapaklarını araladı ve kapıyı tıklattı.
Tıklatmadan iki saniye sonra adım sesleri duyulmaya başlamıştı ve gittikçe yaklaşıyordu, bununla doğru orantılı olarak kedi çocuğun gümüş rengi, pofuduk kuyruğu titriyordu.
Garip olan şey ise, adım seslerinin bir kişiyi işaret ederken kalp atışları iki kişinin kapıya ilerlediğini gösteriyordu.
Sonunda kapı açıldığında Namjoon, annesini kesinlikle bu şekilde görmeyi beklemiyordu. Siyah, dalgalı saçları sekiz ay önceki gibi belinde değil, omuzlarındaydı ve daha kabarıktı. Mutlulukla parlayan gözleri yoktu artık, ölü bakıyordu. Kilo almış, yüzü yuvarlaklaşmış, karnı çıkmıştı. Her zaman dik olan omuzları düşmüş, hafif kamburlaşmıştı. Resmen yaşlanmıştı. Hamilelik ona hediye gibi değil de, eziyet gibi gelmişti sanki.
"Anne?"
Çatlak sesiyle dudakları, kuyruğu gibi titrerken seslendi. Annesi kocaman karnına aldanmadan yavrusuna atıldı, sıkı sıkı sarılırken gözyaşları çoktan dökülmeye başlamıştı: "Annem..."
[]
Sekjin, kahve dolu kupaları sırayla salonda oturan herkesin eline tutuşturduktan sonra tekli koltuğa geçip bağdaş kurdu. Namjoonla, Hwasa'nın evine gitmeden önce market alışverişi yapmışlardı onun için, kahve de listelerinde alınması gereken ilk şeylerden biriydi.
Karşısındaki ikili koltukta Hwasa tek başına oturmuş; Jungkook, Hoseok ve Namjoon da geniş, üçlü koltuğa sığışmıştı. Gözler yeni gelen kadının üzerindeydi ve o, bundan rahatsızlık duymuyordu, başlarda ortamın gergin ve sessiz olacağının bilincindeydi.
Derin bir nefes alarak gülümsemeye çalıştı: "Çok özlemişim sizi."
Cansız gözleri, karşısındakileri süzüyordu teker teker.
Hoseok, güneş gibi gülümsemesini sundu: "Biz de seni çok özledik, noona."
Bu diyalogdan sonra yine bir sessizlik salonu hakimiyeti altına almıştı. Daha fazla dayanamadı buna Hwasa, sıkılıyordu.
"Lütfen şu saçma havayı dağıtır mısınız? Susmak isteseydim yalnız kalmak adına sizi içeri almazdım."
Namjoon'a dikti bakışlarını ve cümlesini tamamladı: "Hiçbirinizi."
"O yüzden ne soracaksanız sorun, atlatalı çok oldu."
Bakışlarını kaçırdı ve kahvesinden büyük bir yudum aldı dilinin yangısını umursamadan. Seokjin olduğu yerde dikleşip boğazını temizledi kimsenin bir hamle yapmadığını görünce: "Neredeydin bunca zaman?"
Genç kadın başını iki saniyeliğine öne eğip kaldırdı: "Bu iyi bir soru değildi. Her neyse, sizden atak beklemiyordum zaten. Anlatıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEART REAT
Fanfiction"Bana 'sahip' deme bebeğim, ben senin sahibin değilim. Zira sen benim kalbimin sahibisin." Lunaparksız ve pamuk şekersiz, kedi çocuğun kaçırılmadığı bir hikaye arıyorsanız gönül rahatlığıyla kütüphanenize ekleyip okuyabilirsiniz. Bangtan'ın doğum g...