Jungkook eve girer girmez seslendi: "Anne!"
İçeriden ses gelmeyince ilk olarak mutfağa yöneldi, kimse yoktu. Daha sonra salon ve banyolara baktı fakat annesini göremedi, evde olduğuna emindi halbuki.
Annesinin ve babasının Jungkook'a öğrettiği gibi onların yatak odasına onlardan biri çağırmadan girmezdi ancak annesini merak etmişti. Yatak odasının kapısında bir müddet bekleyerek içeriden ses gelip gelmediğini kontrol etti, çıt bile çıkmıyordu. En sonunda beyaz ahşap kapıyı üç kez tıklattı: "Anne?"
Yine ses gelmedi.
Derin bir nefes aldı, kapının altın renkli kulpunu tutup aşağıya kuvvet uyguladı ve kapıyı araladı. Başı halıdan tavana doğru kalktı ve tüm odayı gözleriyle taramasına gerek kalmadan annesini gördü.
Nefesi kesildi. Gerçek manada nefesi kesildi. Ne demek oluyordu şimdi bu?! Annesi, çalışkan, sevimli, eğlenceli, konuşkan, zeki, hamarat, güzel, tebessümü insanın gönlünde mutluluk filizlendiren, dünyanın en iyi annesi, Jungkook'un annesi... Ölmüş müydü?
Jungkook beş dakika kadar odanın girişinde dikilip annesine, boynundaki ipe, ipin tavana asıldığı noktaya baktı. Baktı, baktı, baktı. İzledi. Sebep arıyordu.
"Neden? Neden böyle bir şeyi kendisine yapsın ki?"
Sonra düşünmeyi bıraktı, telefonu eline aldı. Babasını aramalıydı. Kim bilir babası nasıl perişan olacaktı?
Yutkunarak telefonu kulağına götürürken annesinin bembeyaz yüzünü ve mosmor boynunu inceliyordu gözleriyle. Hiçbir tepki vermiyordu. Ne gözleri dolmuştu, ne burnunun ucu sızlamıştı.
"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz."
Telefondan gelen elleri gibi soğuk sesle Jungkook aramayı sonlandırdı.
Şimdi tek başına, annesinin ipteki cesediyle yalnız kalmıştı. Ne yapmalıydı? Kimi aramalı, ne anlatmalıydı? Ambulansı arasa hiçbir şey fark etmezdi. Annesi çoktan ölmüştü ve geriye harap olmuş bir evlat bırakmıştı.
Tekrar yutkundu Jungkook. Bıraktığı telefonunu eline aldı, en yakın arkadaşı Hoseok'u arayacaktı.
Hoseok, onun birinci sınıftan beri sahip olduğu tek arkadaşıydı, on senelik dostuydu. Öyle iyi bir insandı ki, öyle koruyup kollardı ki onu, öyle mutlu ederdi ki üzgün zamanlarında... Şimdi de öyle yapabilirdi. Yapmaz mıydı?
"Alo?"
Hoseok ürkmüştü biraz, yanından ayrılalı henüz on dakika olmuştu. Kulaklığını aldığımı bu kadar erken fark etmiş olamaz, diye düşündü.
Gelen sesle Jungkook boğazını temizleyip konuştu: "Bize gelebilir misin, Hoseok?"
İşte şimdi beklemediği olmuştu. Jungkook ona çok nadir ismiyle diye seslenirdi, ters giden bir şeyler olmalıydı. Kulaklık için böyle endişelenmezdi.
"Tamam." dedi çabucak, "Geleceğim, hiçbir şey yapma ve beni bekle."
Jungkook derin nefes alıp telefonu kitledi ve annesinin makyaj masasının üstüne koydu. Tam o sırada katlanmış bir kağıt parçası gördü. Bunu annesi yazmış olabilir miydi? Hemen eline alıp kağıdı açtı.
Bir tanem, canım oğlum, Kookie'm
İlk satırı okur okumaz gözleri doldu Jungkook'un. Bir tek annesi Kookie derdi ona.
Ani gidişim seni şaşırtmış olmalı. Hatta korkutmuş, üzmüş... Sakın ağlama, tamam mı? Ben çok mutluyum ölüme ulaştığım için, hem de hiç olmadığım kadar. Arkamda beni başarılarıyla gururlandıracak oğlumu bırakarak gittim. Yaptığımın ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğu tartışılır ama, ben mutluyum oğlum.
Burnunu çekti Jungkook. Annesi zaten hayattayken mutlu değil miydi? Kendisi çok başarılı bir iş kadınıydı, eşiyle iyi anlaşırdı, oğlunu çok severdi; çiçekleri sulardı, her pazar yeni tarif denerdi, arkadaşlarıyla buluşup sohbet ederdi, Hoseok'un saçlarını karıştırırdı her ziyaret edişinde, sokaktaki insanlara yardım ederdi, meditasyon bile yapardı... Hem kendine hem çevresine faydalı bir insandı, sevmeyeni yoktu.
Ben içimde yaşadıklarımı hiçbir zaman dışıma yansıtmadım. Herkes beni aklı başında, etrafa neşe saçan, iyilik meleği biri olarak görüyor ama değilim. İnan ki değilim Kookie. Ben şizofreni hastasıyım.
"Ne?!" nidası döküldü acılı çocuğun ağzından. Annesi ve şizofreni kelimesi yan yana nasıl gelebilirdi?! O çok sağlıklı bir kadındı, hem... Hem... Hem öyle olsaydı Jungkook fark ederdi.
Fark edemezdiniz oğlum. Ben onları sizin yanınızda gözardı etmeyi öğrendim. Kafamın içinde dur durak bilmeyen o sesleri, gözümün önündeki o saçma sapan varlıkları görmezden gelmeyi öğrendim, kendi kendime. O sesleri duymaya artık dayanamıyordum artık Kookie, cidden. Canıma tak etmişti. Bana babanı ve seni öldürmem hakkında öyle ikna edici şeyler söylediler ki... Ben, yapamazdım Jungkook. Bunu sana ve eşime yapamazdım.
Gittikçe onlara karşı dirayetim zayıflıyordu, karşı gelemiyordum. Böyle olmak zorundaydı oğlum, size zarar vermek isteyeceğim son şey bile değil. Sizi seviyorum, lütfen üzülmeyin. Sizi hep izleyeceğim, dualar edeceğim.
Derin bir nefes daha aldı Jungkook ama bir türlü ciğerindeki yangın sönmüyordu. Hiçbir nefes onun sakinleşmesine yardımcı olmuyordu. Son cümleyi okumadan önce evin kapısı tıklandı. Jungkook, Hoseok'un geldiğine emindi çünkü ontan başka kapıya dört kez vuran yoktu.
Cenazemde sadece mor orkide istiyorum.
Son cümleyi de okuyup kapıyı açmaya gitti Jungkook. Ağır adımlarla, okuduğu her cümlenin her sözcüğünü içinden tekrar etti. Mutluymuş annesi, ölüm ona mutluluk vermiş. Oğluna ve eşine zarar gelmesin diye kendine kıymış. Onları kendinden korumuş. Kendi kendine engel olmuş.
"İyi misin, Jungkook?"
Kapıyı açar açmaz kendisine sarılan Hoseok'un omzuna başını yasladı, elleriyle sırtını destekledi. Arkadaşı onu kollarının arasına aldı, tüm sıkıntılardan korumak istedi. Sırtını yavaşça sıvazlarken fısıltıyla sordu: "Jungkook anlat bana, ne oldu?"
Jungkook, Hoseok'un kolları arasından çıkıp kapıyı kapattı ve ona döndü. Gözleri yerdeyken söyledi: "Yatak odasına baksana."
Arkadaşı elinden tuttu, desteği hissettirmek istercesine sıktı. Gerçekten ne olduğunu çok merak ediyordu, aynı zamanda çok endişelenmişti. Koridorda ilerlerken Jungkook, Hoseok'un elini daha sıkı tuttu, ondan güç almak istiyordu.
Hoseok yatak odasının açık kapısından içeriye başını uzattığında gördükleriyle şok oldu. Eli, açık ağzını kapatırken gözleri kocaman açıldı. Bayan Jeon, ipte asılıyordu. Bu nasıl bir travmaydı dostunun minicik kalbi için?
Hoseok, Jungkook'un elini bırakmadan ona döndü ve ağzını kapatan eliyle hemen Jungkook'u kendine çekip sarıldı.
"Ben... Ben ne diyeceğimi bilemiyorum."
Hoseok'un resmen dili tutulmuştu. Bu, görmesini beklediğini bir olay değildi.
İşte tam o sırada Jungkook kendini tutamadı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ayakta duramadı, dizlerinin üstüne yığıldı. Hoseok hemen yere oturup onu bağrına bastı, omuzlarında ağlamasına izin verirken saçlarını okşadı, gözyaşlarını sildi, sırtını sıvazladı, elini tuttu. Arkadaşı böyle perişan haldeyken, ne diyebilirdi? Yanında olmaktan başka ne yapabilirdi ki? Deli gibi ağlamak isterken önce arkadaşını düşünmeliydi, kendi hüznünü sonraya bırakmalıydı. Güçlü olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEART REAT
Fanfic"Bana 'sahip' deme bebeğim, ben senin sahibin değilim. Zira sen benim kalbimin sahibisin." Lunaparksız ve pamuk şekersiz, kedi çocuğun kaçırılmadığı bir hikaye arıyorsanız gönül rahatlığıyla kütüphanenize ekleyip okuyabilirsiniz. Bangtan'ın doğum g...