31. BÖLÜM- KEHANET

502 25 14
                                    

Tuhaftı, cidden tuhaf. Sevgilisinin gidebileceği başka bir yer olmalıydı fakat Hoseok bunu bilmiyordu. Geçmişte, Yoongi'sine kavuşmak istediğinde banka gelir ve onu orada bulurdu. Güneş, Ay'la orada buluşurdu. Ama yoktu işte. 

Bank yerinden kaldıralı belki de çok olmuştu, bilemezdi ki. Sevgilisi hep yanındaydı çünkü. İlk çalışta araması yanıtlanır, elini uzattığında ona ulaşırdı. Elinde yemek dolu kaplarla o banka gelmesi gerekmemişti uzun zamandır.


Bir süre daha ne yapacağını düşünerek etrafına bakındı ve yaşlı gözleri bankın eski yerine dalıp gitmiş halde, omuzları çökük kaldı öylece. Pes mi etmişti? Hayır ama sonraki adımını tahmin edemiyordu. Yoongi'nin onu gerçekten bırakmış olduğunu kabul etmek istemiyordu kalan tek seçenek bu gibi gelse de.

Gözlerini kapadı, bir damlanın çıkık elmacık kemiklerini aşmasına izin verdi burun ucu titreyip yanarken. Derin bir nefes aldı, zayıf omuzları kalkıp indi. Başını hafifçe aklına doluşan kötü ihtimalleri reddetmek namına sağa sola salladı, kendi kendine fısıldadı: "Hayır, bensiz yapamaz. Benim de onsuz yapamayacağımı bilir, gitmez. Yoongi gitmez. Ay, Güneş'ini bırakmaz."

Ardı ardına teselli cümlelerini sıralıyordu kendine. Gözü önünde ne bank ne sevgilisi varken onun döneceğine inanmak, kendini inandırmak istiyordu.

Omzunda bir el hissetmesiyle heyecanlanarak arkasını döndü ve gözleri kocaman açıldı, kendi derdi silinivermişti aklından: "Jeon amca!"

"Hoseok, evlat!" 

Kısa bir sarılmadan sonra kızıl saçlı burnunu çekerek sordu: "Neredeydin bunca zamandır, amca? Neler oldu bir bilsen..."

Onun da pek kolay şeyler yaşamadığını dudak büzüşünden ve başını suçluluk duygusunun ağırlığıyla yavaşça sallamasından anladı Hoseok.

"Jungkook'u görsem tanır mıyım acaba? Gerçi seni bu kırmızı saçlarla tanıdığıma göre hâlâ yaşlanmamışım."

İkisinden de hüzünlü bir gülüş karıştı havaya.

"Jungkook nasıl?" diye sordu, sormaya hakkı yokmuş gibi hissediyordu. Eşi vefat ettikten sonra lise çağındaki çocuğunu bir başına bırakıp gitmek babalığa sığar bir davranış değildi.

Hoseok kendi halini unutup gülümsedi: "Çok iyi, gerçekten iyi. Siz gittikten sonra," ikisi de yutkundu gözlerini kaçırarak. 

Devam etti: "Eve bir sandık geldi ve içinde adres yazılı bir kağıt vardı. Adrese gittik, Jungkook kendine oradan bir kedi çocuk evlat edindi."

"Demek kedi çocuk, ha?" 

Aklına dolan görüntülerle burukça gülümsedi. Jungkook kardeşi ve arkadaşı olmadığı için hep kedi çocuk istiyordu; dudaklarını büzüp yanaklarını şişiriyordu boyu henüz babasının kalçasını geçmezken. Kollarını bağlıyor, ince sesiyle "Küstüm işte!" deyip arkasını dönüyordu ebeveynlerine. Eşi de diz çökerek konuşmaya çalışıyordu biricik oğluyla. 

Eşi... Eşinin mezarını da hiç ziyaret etmemişti. Geçen iki yıl boyunca ne oğluna ne eşine bir faydası dokunmuştu. En yakında olması gerektiği zaman topuklarını arkasına vura vura kaçmıştı Seul'den, oğlundan, eşinin ölü bedeninden.

"Neredeyse kendi yaşına gelecek, çok mutlular. Jungkook, onun sayesinde toparladı kendini. Şu an da beraber üniversite sınavına hazırlanıyoruz."

Bay Jeon gururla gülümseyip elini babacan bir şekilde sıktıktan sonra omzundan indirdi: "Ona sen de göz kulak oldun, değil mi?"

Utançla başını eğdi ve dudaklarını yaladı, cevap verecekti ki arka cebindeki telefon sesi aralarındaki mesafeyi açtı. 

HEART REATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin