Karanlık erken çökmüş; dolu, gri bulutlar etrafa negatiflik saçarken Seokjin, paslı sokak direklerinin ucundan sarkan zayıf, sarı ışık kümeleri altında evine adımlıyordu. Yürüdükçe sarı ışık yüzünü, saçlarını, omuzlarını yalayıp geçiyordu; gölgesi bir önüne, bir arkasına düşüyor; bir uzayıp bir kısalıyordu.
Elindeki poşetlere zarar gelmeden, en hızlı şekilde evine ulaşmak için büyük adımlar atıyordu. Her adımıyla bir nefes alıyor, veriyordu.
İç sesi ise hiç kesilmiyordu: "Ne diyeceğim ben Namjoon'a? Ne uyduracağım yine?"
Sıkıntılıydı, endişeliydi, bulutların huzursuzluğu ile uyumluydu hisleri.
Sonunda kapıya vardığında sağ elindeki yükleri sol eline aktardı, anahtarı çıkarıp kapıya taktı. Sola çevirecekti ki kapı içeriden açıldı.
Gümüş saçları görünce gülümsedi doktor, ona mutsuz görünmek istemezdi: "Merhaba canım."
"Merhaba, hyung."
Namjoon'un sesinde dört haftadır olduğu gibi can yoktu, bakışları boştu: "Annem gelmedi mi?"
"Aha!" diye içinden geçirdi Jin, kendi kendine söylendi: "Ne diyeceksin şimdi?"
İki haftadır aynı şey...
Anahtarı kapıdan alıp ayakkabılarını çıkardı, suratı bin parça çocuk da ev sahibinin içeri girmesi için kenara çekildi.
İki hafta boyunca annesi ve kendisinin yaşadığı evde durmuştu. Ama sonra... Sonra annesi gelmemişti. Ne aramıştı, ne ses kaydı yollamıştı, ne de mesaj göndermişti; ne ses ne seda, hiçbir haber yoktu annesinden. Sema Hanım'a da ulaşamamışlardı.
Jin'in de işine devam edebilmesi için kendi evinde olması daha avantajlıydı, yerlerini değiştirmişlerdi bu yüzden. Namjoon olgun davranıyordu, büyüğüne zorluk çıkarmak istememişti.
Seokjin elindeki poşetleri mutfağa bırakmak için sola yöneldi, kedi çocuk da bakışları yerdeyken dışarıda kalan ayakkabı çiftini içerideki dolaba yerleştirdi.
"Gel bakalım, Namjoon."
Doktorun sesini duyunca mutfağa girdi küçük kedi çocuk, elleriyle oynuyordu. Jin ona bakınca içi sızlıyordu, bilirdi beklemenin ne denli zor olduğunu: "Otur, canım."
Söz dinledi Namjoon. Kuyruğunu önünde toplayıp karşı sandalyesine oturdu, başını kaldırıp feri sönmüş gözlerini Jin'e çevirdi: "Bugün de bir haber yok, maalesef."
Namjoon duyduklarıyla başını yukarı aşağı salladı. Ne yapabilirdi ki kabullenmekten başka?
"Üzülme tamam mı?"
Yeniden ona baktı Namjoon. Gözleri her şeyi anlatıyordu aslında.
"Tamam... Saçmaladım. Üzülmemen imkansız ama mutlaka bir şey çıkmıştır. Hwasa seni bırakmaz, bırakamaz."
Sakin ve vurgulu konuşmuştu büyük olan.
Namjoon iç çekti: "Biliyorum, hyung. Beni bırakmaz. Ama... Ama ben başından beri kötü şeyler seziyordum. Kimse dinlemedi beni, hiçbiriniz kale almadınız."
Kırgındı küçük, sinirliydi de.
"Kesin başına bir şey geldi. Ona zarar gelmesinden çok korkuyordum ve oldu işte, bir şey oldu!"
Konuştukça daha da sinirleniyordu. Ellerini yumruk yapmış, dişlerini sıkıyordu.
Jin oturduğu sandalyeden kalktı, Namjoon'un oturduğu sandalyenin önüne diz çöktü. Elleriyle yüzünü kavradı, kendisine bakmasını sağladı: "Elinden geldiği en kısa sürede gelecek, bunda hemfikiriz öyle değil mi?"
Gözleri doldu miniğin, dudaklarını birbirine bastırdı: "Dayanamıyorum, hyung."
Sesi titremişti. Kendini tutamayan gamzelinin gözyaşları yanaklarından süzülürken büyüğün de gözleri dolmuştu, zaman kaybetmeden küçüğünü kolları arasına aldı, sıkı sıkı sarıldı.
Namjoon ağlarken sayıklıyordu: "Kötü şeyler oldu, çok kötü şeyler."
Nefesi kesik kesikti. Mahvoluyordu daha on ikisinde çocuk, içi parçalanıyordu.
Ne yapacağını bilemedi, kucağına aldı yavruyu, odasına götürmek için ayaklandı. Kollarını büyüğünün boynuna dolayıp yüzünü sakladı, sessizce ağlamaya devam etti, gümüş saç tellerinin ucuna kadar titriyordu çelimsiz vücudu. Odasına vardıklarında doktor, Namjoon'u yatağa yatırdı ve kendi de yanına kıvrıldı. Kendisine çekti ağlayan çocuğu, saçlarını okşamaya başladı.
Jin, küçükken, ağladığı zamanlarda en sevdiği şarkıcının herhangi bir şarkısını açar, onu dinleyerek sakinleşirdi. Belki Namjoon da bir şarkı dinlerse iyi olur, diye düşündü ama küçük kollar belinin etrafında sarılıydı, ayağa kalkıp telefonunu alamazdı. Ondan ayrılamazdı.
Sonra derin bir nefes aldı ve bir şarkı mırıldanmaya başladı. Namjoon önce düzensiz nefeslerini yavaşlattı sonra düzene soktu. Doktorun sesi ona iyi gelmeye başlayınca daha da sokuldu büyüğüne, gözlerini kapadı. Gözyaşlarını durdurmaya yetmemişti göz kapaklarının gözlerini örtmesi ama daha sakindi artık. Şarkının yavaş melodisiyle kalbi aynı ritme girmişti.
Şarkı bittiğinde Namjoon'un iki kulağı arasına uzun bir öpücük kondurdu: "Uyu, bebeğim."
Bir mırıltı çıktı boğazından ve kuyruğunu kendi beline sardı: "Sesin huzur dolu, hyung. Teşekkür ederim."
Gülümsedi omzu geniş, yüreği büyük adam: "Rica ederim, istediğin zaman şarkı söylerim sana."
Miniğin cevabı gecikmedi: "O halde hiç susmayacaksın, hyung."
Ve hyungunun göğsüne bastırdı kendini usulca, rahatsız ve kırgınca ama sakince, cesurca, umutla, kızgınlıkla, huzurla, yüreği burkuklukla, korkakça, güvenle.
Jin'in sırtına elini çıkarmasıyle başını kaldırdı: "Hemen yattık ama açsındır Namjoon, bir şeyler getirmiştim. Yiyelim mi?"
Namjoon onaylar bir mırıltı çıkardı ve doğruldu. Katlanan paçasını düzeltip mutfağa yöneldi.
Artık neyin nerede olduğunu avucunun içi gibi biliyordu. Seokjin de mutfağa girdikten sonra sofrayı hazırlamaya başladı. Hyunguna yardım etmek ona daha iyi hissettiriyordu.
[]
"Yarın haftasonu."
Kafasını televizyondan saçlarını elleriyle tarayan, saten lacivert geceliğin içindeki büyüğüne çevirdi: "Evet, hyung."
"Bir şeyler yapmaya ne dersin? Çıkıp dolaşsak, diyorum."
Bunları söylerken aynanın karşısından koltuğa geçmiş ve bir ayağını altına alarak oturmuştu.
"Sen evde sıkıldın, ben işte. Hava almaya ihtiyacımız var." diye devam etti.
"Yarın hava durumu nasıl olacak, hyung? Kontrol eder misin?"
Seokjin onayladı ve uzanıp telefonunu modern döşenmiş, açık renkleri barındıran salonun ortasındaki sehpanın üzerinden aldı. Birkaç saniye parmaklarını telefonda gezdirdi ve Namjoon'a baktı: "Yağmurluymuş."
Sesi sıkıntılı çıkmıştı. Namjoon ise bir problem görmüyordu "Ziyanı yok, hyung. Şemsiyelerimizi alıp parkta yürüyüş yapabiliriz."
Çenesiyle başını ters yönlere bakacak şekilde hızlı hızlı salladı büyük: "Az yağarsa yapabiliriz. Çok yağarsa da bir kafede otururuz."
Namjoon gülümsedi: "Tamam, hyung. Umarım yürüyebiliriz."
Buna karşılık tebessüm etti sonra derin bir nefes alıp ellerini dizlerine vurarak ayağa kalktı: "Haydi, yatma zamanı!"
Namjoon kıkırdadı, Jin'in ani hareketleri ona komik geliyordu: "Yatalım, hyung."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEART REAT
Fanfiction"Bana 'sahip' deme bebeğim, ben senin sahibin değilim. Zira sen benim kalbimin sahibisin." Lunaparksız ve pamuk şekersiz, kedi çocuğun kaçırılmadığı bir hikaye arıyorsanız gönül rahatlığıyla kütüphanenize ekleyip okuyabilirsiniz. Bangtan'ın doğum g...