''Emily! Geç kaldın.'' Telefonumu ararken aşağıdan annemin sesi duyuldu.
''Çıkıyorum birazdan.''
''Alex bana telefonunun nerede olduğunu, neden cevap vermediğini ve neden tam iki saat geç kaldığını soran bir mesaj attı.''
''Ona oraya gidince açıklayacağım!'' çantamı yatağa boşalttığımda çoğunun orada olduğundan bile haberim olmayan malzemeler döküldü. Fakat anahtarım yine yoktu. Masanın üzeri fazla karışıktı ve benim orayı da arayacak vaktim yoktu. En önemlisi telefonumu bulmaktı çünkü.
''Emily!''
''Efendim!''
''Ona evden çıktığını söyledim.''
''Anne! Telefonumu bulamıyorum.'' o sırada kaldırdığım kıyafetlerin arasından yere düşen bir cismin sesi duyuldu.
''Buldum!'' koşarak aşağı indim. Annem ayakkabılarını giyerken bir yandan da bana dikkatli olmamı söylüyordu.
''Akşam geç gelebilirim, merak etme. Şunu sürerken de,'' deyip eliyle kaykayımı gösterdi ''Dikkatli olmanı istiyorum.''
''Tabii ki.'' deyip gülümsedim. O çıkarken ben sadece anahtarımın nerede olduğunu düşünüyordum. Kaybetmiş olamazdım. Kaybedemezdim çünkü babamın bir daha kaybedersen evde kimse olmayınca bizim gelmemizi beklersin deyişi kulaklarımda yankılanıyordu. Arkamı dönüp kaykayımı almak için uzandığımda anahtarlıkta asılı duran anahtarımı görmemle yaşadığım hayal kırıklığı bir olmuştu. Bir kez daha her zaman ilk önce anahtarlığa bakmam gerektiğini hatırlatıp kapıyı kilitledim.
''Nerede kaldın Emily! Tam iki buçuk saattir seni bekliyorum.'' karşımda kızgın ve öfkeli bir Alex vardı.
''Özür dilerim. Gerçekten gece hiç uyumadım ve sabaha karşı uyuyakaldım. İşte sabahta uyanamadım.'' büyük, dışı ve içi ahşaptan yapılmış bir göl eviydi burası. Yılın yarısından çoğunu burada araştırma yaparak geçiriyorduk. Göle uzanan iskelesinde kitap okumak ateş böceklerinin çıkma saatine pek uymasa da yapmayı çok sevdiğimiz şeyler arasındaydı.
''Gerçekten açım ve markete seni gönderiyorum.'' Mutfaktan elinde küçük küflenmiş bir peynir kabıyla geldi. ''Ve seninle gelmiyorum. Tek başına git. Ve yarım saatten fazla da geç kalma.'' Ben onu şaşkınca izlerken o sadece masaya para bırakmakla meşguldü.
''Eğer söyleseydin evden hazırlayıp getirebilirdim.''
''Eğer,'' dedi bana yönelip ''Telefonuna baksaydın zaten bunu senden istemiş olduğumu görürdün.'' Telefonu çalınca tekrar mutfağa yöneldi. Sinirli bir Alex kesinlikle çekilmezdi.
Bıraktığı parayı alıp tekrar kaykayıma yöneldim. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda havanın biraz karardığını hissettim. Önümüz sonbahardı ve yavaş yavaş kendini belli ediyordu.
Kapıdan girince alışıldık yüzler karşıladı beni. Kasada malzemeleri geçen Jane, her zaman ki gibi işi bittiğinde güler yüzle uğurladı müşterisini. Ne alacağımı bilmiyordum. Aklıma o an ne gelirse almayı düşünüyordum sadece. Sepet alıp gördüğüm şeylerden almaya başladım. Koluma çarpan güçlü bir başka kol elimdeki zeytini düşürmeme neden oldu.
''Ne yapıyorsunuz!'' şaşkındım çünkü dönüp özür bile dilememişti. Öylece yürümeye devam etti. L biçminde olan büyük markette sola dönüp gözden kaybolduğunda görevli yanıma geldi.
''Özür dilerim birisi çarptı elimden düştü.'' Saçlarımı geriye atıp devam ettim. ''Öderim ben.'' Deyip yürümeye başladım. Aynı yerden dönünce büyük bir sürü deterjanların dizili olduğu reyonda arkası dönük bir şekilde gördüm onu. Gri kapşonunun şapkasını kafasına takmıştı. Elleri iki yanına düşmüş öylece bekliyordu ve kesinlikle ürkütücüydü. Siyah dar pantolonu bir erkeğe ne kadar yakışabilirse o kadar yakışmıştı. Siyah botları bu havaya biraz ters düşsede güzeldi. Bir adım attım ona doğru. Geniş ve yapılı bir vücudu vardı. Markette çok fazla kişi yoktu ve çoğu aşina olduğum insanlardı. Tamam bu haldeyken onu tanımam imkansız olabilirdi ama hiç görmediğime emindim. Elimdeki sepeti bırakıp bir adım daha attım. Neden bunu yapıyordum kesinlikle bir fikrim yoktu ama bu hali ilgimi çekmişti. Ne konuşacağımı da bilmiyordum ama konuşmak istiyordum. Ve bir adım daha.