3 | hastane

2.4K 212 63
                                    

"İyisin değil mi?" dememle dudaklarını büzüp kafa salladı. Elimin titremesi çoktan geçmişti ama onu öyle görünce yaşadığım endişe her bakışımda aklıma geliyordu.

Resmen dolabın altında benden yardım istemişti.

"Jin Ae..." dememle "Tamam, yeter artık. Daha fazla dikkat edeceğim ve hiçbir şeye bulaşmayacağım. Şimdi biraz dinlensem yorgunum." dedi. Bunları üç saatten beridir zaten söylüyordum ama benim merak ettiğim, o dolabı nasıl düşürdüğüydü.

"Peki." kafa sallayıp oturduğum yerden kalktım ve yanağından öpüp perdeyi çektim. Acil bölümünde onca seste nasıl uyur diye bir kaygım yoktu çünkü bu kız karaokede içmediği halde uyuyan bir kızdı.

Arkamı döndüğüm de, ne zaman karşılaşsak hiç iyi şeyler olmayan ve sabah adını Jin Ae den öğrendiğim Hoseok'u gördüm.

Üzgün bir halde bana bakıyordu.

"İyi mi?" dedi, kafa sallayarak onayladığımda gözlerindeki endişenin yerini rahatlık hissinin aldığını görmüştüm. Aslında tanımıyordu ama en az benim kadar endişelenmiş gibiydi.

"Şey..." dedi, yanağının içini ısırdığını fark etmiştim. "Kahve ister misin? Buranın kafeteryası yakın."

O an neyin kafasını yaşıyordum bilmiyorum ama, kabul etmiştim.

İkimizi yan yana kafeteryaya yürürken ses çıkarmamıştık. Eh, ben onun adını biliyordum sadece, o da benim köpek fobim olduğunu biliyordu.

Bir elim kolumda aşağı yukarı hareket ederken Hoseok kahve makinesinin önüne geçmiş sırada bekliyordu. Boş masalardan birine oturdum, bir bacağımı da sallıyordum.

"Sade aldım ama..." diyip önüme birkaç tane şeker koydu. "Zaten sade içiyorum." diyip zordan kaba olmamak için gülümsedim. Konuşmak istemiyordum, sessiz sakin hayatımın muhasebesini yapmak istiyordum.

"Bir şey sorabilir miyim?" dediğinde dik dik baktığım kahveden bakışlarımı çekip yüzüne çevirdim. Daha önceden incelememiştim yüzünü ama, cidden benim de kıskanacağım bir cildi vardı. Etrafımdakiler hep pürüzsüz bir cildim olduğunu söylerdi fakat Hoseok'u görse bir daha derler miydi emin değildim.

Gözlerimi kırpıştırıp gözlerine baktım, hafif gülmüş ve kafasını eğmişti. Dişlerimi sıkıp kafa salladım, dikkatimi dağıtıyordu.

"Cidden, o günkü kaçan kişi siz değil misiniz?" dedi. Bu sorunun geleceğinden emindim ama yine de kafa sallamıştım. Ne yaptığımı bilmiyordum sanırım.

"Ben olsam ya da olmasam ne değişecek?"

Kaşlarını çatıp "Özür dileyemek istiyordum, yani o gün-" diye devam edecekken telefonum çalınca susmak zorunda kaldı. Ekrana bakıp bölümümden birinin aradığını görünce sessize aldım.

Hiçbiriyle fazla yakın değildim zaten, bu saatte arayacakları kadar en azından.

Ama yinede konuyu değiştirirlerse, minnettar olacaktım sanırım.

Telefonu sessize almamın ardından cebimden yemeğe çıkmadan önce yerde bulduğum bilekliği çıkardım. Masanın altında onunla oynarken, "Adını öğrenebilir miyim?" diye sordu Hoseok.

"Mi Sun." dedim ama bana da yeterli gelmeyince "Lee Mi Sun." dedim. Aynı soruyu ona da sormam gerekiyordu ama elimdeki bilekliğe kazılı olduğu için biliyordum. Ama yinede "Senin ne?" diye sordum.

Benden en fazla bir ya da iki yaş büyük olabilirdi, 'siz' kalıbını kullanmak zorunda mıydık?

"Jung Hoseok." dedi. Kahvesinden içerken gözüm dudağının oradaki çukurlara takıldı. Gamze miydi o, yoksa başka bir şey mi?

"Ah, sende mi?" demesiyle elini oraya götürdü. Gamze olduğunu dudaklarını birbirine bastırınca anlamıştım.

"İlginç değil mi? Benim hoşuma gidiyor." o an içimden hoşuna gitmese de orada olacak demek geldi ama dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim.

Gözlerini benimkine takılınca daha da çok gülümsedi. Yarım saate yakın daha konuştuk, saçma sapan şeylerden bahsettik. Daha sonra Hoseok köpeği ile arasındaki bağda bahsetti ve o zaman, çenesinin ne kadar düşük olduğunu fark ettim.

Neden burada duruyordu hatta neden burada ben oturup onu dinliyordum, en ufak bir fikrim bile yoktu ama buradaydık işte. Kahve içerken dinleyici modundaydım.
Eh, kim olursa olsun bu benim görevim gibiydi.

Derin bir nefes alarak çalan telefonu açıp kulağıma yasladım. Jin Ae'nin uykusu bitmişti herhalde.

"Mi Sun-ah, gel beni al ve eve gidelim. Buranın yatağı hiç rahat değil." dediğinde bu sefer cidden içten bir gülümseme kaplamıştı dudaklarımı.

"Yatağı bırak, bileğin nasıl? Doktor yanına geldi mi?" dedim esnerken, uykum gelmişti ve dudaklarım neredeyse esnerken yarılacaktı.

"Geldi, ondan arıyorum zaten. Aksine bıraksan üç ay yatarım burada, ama ilk önce yanımda beni oğluna almaya çalışan kadın taburcu olursa."

Dediğine kahkaha atınca, etraftan birkaç kişi bize bakmıştı. Bazılarının alıcı gözüyle süzmesinden rahatsız olunca yerimden kalktım. Hoseok da benimle kalkınca telefonu kapatıp ikimiz de Jin Ae'nin yanına gittik.

Montunu giymiş doktorla konuşan Jin Ae, konuşan doktoru pek umursamadan dibime gelince doktorun yanına gitmek istedim ama engel oldu.

Üçümüz de hastaneden çıktık. "Bu zamana kadar yanımızda durduğun için teşekkürler." diyen Jin Ae, elini Hoseok'un omzuna koymuştu. Hoseok biraz garipsemişti ama ben gayet normal karşılıyordum. Eh, tanıyordum bizimkini.

Ayrı ayrı taksiler binecekken, Jin Ae'nin yanından ayrılıp Hoseok'un yanına gittim, taksinin kapısını açmıştı.

"Temizlik odasında buldum, senin olmalı." dedim. Kafa sallayıp gülümsedi ve eline aldı. Bileğini bana uzattığında bağlamıştım.

Tekrar Jin Ae'nin olduğu taksiye binince koluma sırnaştı. "Nasıl biri?" demişti ama altta yatan imayı anlamıştım. Sadece bir cümle söyledim.

"Farklı bir aurası var."

*

destiny | hoseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin