9 | ev kuşu

1.7K 154 37
                                        

"Benim de gitmeme gerek yok o zaman." Jin Ae, elindeki peluş aslancığıyla koltuğa oturup, oyuncağını kucağına koyarken konuşmuştu.

Ben ise elimde yoğurt kasesi ve kafamda acıtan saç bandıyla kenarda sürünüyordum. Beklediğim gibi, benim yaptığım saçmalık Jin Ae'ydi de etkilemişti.

Suçsuzdum, üstüne en büyük zararı ben görmüştüm. Ve benimle beraber sürüklediği Jin Ae.

"Özür dilerim, yani seninde-" derken suratıma gelen aslancığı tutmuştum. Bu kız cidden ayarsızdı. Ama onu seviyordum.

"Çeneni kapat da, beni dinle." dedikten sonra kucağımdan kendi peluşunu almıştı. Arkasına yaslanıp televizyonun sesini kısarken "Aslında sana teşekkür etmeliyim." dedi.

Aptal, kovulmuştuk.

"Neden ya?" yoğurtumdan bir kaşık almış ve yemiştim. "Çünkü..." diyerek kafasını bana çevirdi. Birazdan sızıp kalacak gibiydi. Ruhsuz ruhsuz konuşuyordu.

"Bizim okula pek yakın değil ama, ilerde bir butik var. Nerdeyse sekiz gündür camında ilan yapışıktı ama ben seninle beraber çalıştığım için başvuru yapmamıştım." kaşlarım yukarı kalkmıştı.

"Eh, artık sen yoluna ben yoluma bebeğim. Butiği arayıp başvuruyu yaptım, yarın başlıyorum."

Şaşkındım, bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim. Bu kadar çabuk kader ağında tek kalacağımı düşünmemiştim.

İkimizde televizyonu ayarlayıp film izlemek için yayıldık. Sonlarına doğru, çenem düşmüştü. Yani nasıl düşmeyebilirdi ki bu sahnede?

"Hala nasıl yardım edebilirler bu kıza ya?"

"Mi Sun, çeneni kapat."

"Ama bakar mısın? Dylan onun yüzünden ölebilir!"

"Beynine tüküreyim ben senin." dedikten sonra kafama vurmuş ve benimle ilgili kurduğu kanlı planları bana anlatmıştı. Sadece gülüp geçiyordum. Eh, tek dayanağım bu fikirlerini yapacakken ev arkadaşı olduğumu ve faturalara ortak olduğumu unutmamasıydı.

Üçüncüye izlediğim filmi, oflayarak yarım bıraktım ve oturduğum yerden kalkarak kendi odama girdim. Öğrenciydik falan ama tuttuğumuz ev genişti. Sanırım, tek şansımızdı.

"Başım ağrıyor..." diye mırıldanırken kendimi yatağa atmış ve odayı karanlık yapmak için tüm ışıkları kapatmıştım. Kendimi uykuya teslim ederken, aklımda saçma bir şekilde Hoseok vardı.

Saat zaten yattığımda, ikiye geliyordu.

*

"Alarmı bu şarkı koyarsan tabi uyuya kalırsın, aptal."

Serendipity, uykumu açmak yerine daha da fazla uykumu getiriyordu. Jimin'in o kutsal sesi beni resmen büyülüyordu. Ve okula geç kalmama yardım ediyordu.

"Jin Ae!"

Tüm gücümü bu çığlığıma kattığımda, "Umarım kafan kopar!" diye bağırdı. Okula geç kalmıştım, işsizdim, kafam kopsa 'neden?' diye sorgulamazdım.

Hiçbir şeyi umursamadan yataktan kalktım ve direk banyoya koştum. Evet, evimiz genişti ama bir tane banyo vardı. Ve bu da, rekabeti arttırıyordu. Ama yine de tüm bu olumsuzlukların içinde tek bir şansım vardı, banyoya hızlı koşabiliyordum.

Duş aldıktan sonra, kafama kat çıkmak ister gibi havluya sarmış ve direk şortumla tişört giymiştim. Saçlarım pek uzun sayılmazdı, hızlı kuruyordu. Güneş kremimi sürdükten sonra Jin Ae'nin odasına daldım.

"Sapık mısın sen ya? Giyiniyorum, çık şu odadan!"

"Sende olan bende de var, tatlım. Acele et, geç kalabiliriz."

Odadan çıkarken kapıyı kapatmış ve direk kendi odamdan çantamı alıp kapıya dikilmiştim. Cidden, şu monoton hayatım yoruyordu beni.

Ayakkabılarımı giymiş kapının önünde Jin Ae'nin gelmesini beklerken, onu mutfakta atıştırırken bulmuştum.

"Ben gidiyorum!" diye bağırdıktan sonra koşar adımlarla evi terk etmiş ve birkaç gün önce mesai saatinin bitmesini beklediğim kafenin önünden geçerek okula ilerlemiştim.

Sabahları köpek olmuyordu.

Fakültenin önüne beklediğimden daha hızlı gelmiştim ama yedi dakika içinde Jin Ae yanımda olmazsa, birinci derse giremeyecekti. Eh, ilk dersimiz de hayli bir uzundu.

Beklemelerim cevapsız kalınca, dersimin olduğu amfiye yürüdüm. Biraz dalgındım, aklımda hala nasıl iş bulacağım vardı ve bu içimde kocaman kötü bir hissin yuva kurmasına sebep oluyordu.

Jin Ae'nin dediklerine inanmalı mıydım, bilmiyordum. Belki üzmemek için ya da kendimi suçlu hissetmemem için söylemişti. Anlık sinirimle, haklıyken haksız duruma düşmüştüm.

Ve arkamdan yakın arkadaşımı da sürüklemiştim.

Amfinin koridoru dolmaya başladığında, yere bakarak yürümeye devam etmiştim. Kafamı kaldırıp bir daha görmeyeceğim insanların yüzünü hafızamda tutmak istemiyordum.

Biri kolumdan tutup kenara çektiğinde, bu kişiyi az çok tahmin edebiliyordum. Fakülteden tanıdığım iki üç kişi vardı zaten, ama benden bu denli uzun ve kırmızı saçlı hayatımda tek bir kişi vardı. Aslında saçlarının rengi, turuncuya dönmüştü.

Nasıl oluyordu bilmiyorum ama benim asla cesaret edemeyeceğim renkler, ona cuk diye oturuyordu.

"Ezilmek falan istiyorsun sanırım." diye söylenirken, ben ise kendimde 'neden hala ondan uzaklaşmıyorum?' diye sorgudaydım.

Hoseok böyle yapıyordu işte, anlamadığım bir anda ya da duvar ördüğüm bir anda, aniden geliyor ve beni etkisi altına alıyordu. Bende, ona ayak uydurmak ve terslemek dışında bir şey yapamıyordum.

"Ezilecek olan benim, zaten işsizim." diye mırıldanırken duymadığına emindim. Öylesine bir işten atıldım diye modum bu kadar düşüyorsa, kendi mesleğimi elime alıp iş bulamadığım zaman kim bilir ne hallere düşecektim.

Ah, düşünmesi bile kötüydü.

İnsanların arasına karışıp ilerlerken önümde kalkan görevi görüyordu. Bileğimi parmaklarının arasından kurtaracakken, daha da sıkı tuttu. Aptal, el izi kalacaktı. Benim cildim fazla hassastı.

"Kaçıncı amfi?" derken bana dönmüş, meleksi gülümsemesini yüzüne yerleştirmiş ve sevecenlikle sormuştu. İşte, ben nasıl tersleyebilirdim bu çocuğu?

"Yedinci." dediğimde, daha üçüncü amfinin önündeydik. Dudağımı ısırmış ve tekrar yere bakarak yürümeye devam etmiştim. En azından diye geçirdim içimden, diğer günlere göre ezilmiyorum.

Dakikalar sonra ki koridor felaket derecede kalabalıktı, yedinci amfiye ulaştığımızda bileğimi bırakmış ve elini rengi açılan saçlarından geçirmişti. Bileğimi ovdum, kızarmıştı.

"Sen..." dedim, "Kaçıncı amfidesin?" gamzelerini belli ederek güldü ve kafasını yana doğru eğdikten sonra "Dördüncü." diye cevapladı.

Gözlerimi kırpıştırırken, hala gülümsüyordu. "O halde, neden buraya kadar geldin Hoseok?" diye sordum, cevabını duymak istediğim bir soru sayılmazdı ama sormuştum işte.

"Çünkü," dedikten sonra sınıfa girecekler için yana kaymış ve bana randevu teklifiyle gelen oğlandan omuz darbesi yemişti. Yine de istifini bozmadan "Kısa olduğun için eziliyordun." dedi.

Evet Hoseok, bende olan tüm artıların artık yok olmuştu.

*

destiny | hoseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin