13 | planlanmış oyun

1.4K 137 34
                                    

'Sanırım senden hoşlanıyorum.'

Kütüphaneden çıktığımda saat epeyce geç olmuştu. Beni alması için Jin Ae'yi aramış ve beni sokağın oradaki marketten almasını istemiştim. Böcekten korkan Jin Ae, köpekten ya da benim gibi diğer herhangi bir hayvandan korkmadığı için sadece üşengeçliğinden dediklerimi söverek yapmıştı.

Yine de, o gece eve sağ bir şekilde varmıştım. Eve girdiğimde yorgun olduğumu söyledikten sonra duş almış ve kütüphanede olanları sindirmek adına düşünmüştüm, sadece düşünmüştüm.

Hiçbir sonuca varamamıştım da.

Ertesi gün fakültenin bahçesinde Hoseok'u beklemiştim ama gelmemişti. Aslında Hoseok dört gündür fakülteye gelmiyordu. Merak ediyordum, aniden gitmişti yanımdan.

Rengi atmıştı, endişeliydi o gün.

Nane kafayı hergün görüyordum ama o da durgundu. Bir şeyler oluyordu, bu belliydi ve ben gereğinden fazla merak ediyordum.

Aslında, nane kafalının verdiği numara hala bendeydi, hatta kaydetmiştim bile. Ama arıyamıyordum. Hoseok benden hoşlandığını söylemişti, sanki şimdi onu arasam ve neler olduğunu sorsam, umut veriyormuş gibi olacaktım.

Bu beni durduruyordu.

Bu gerçek, onu arama isteğimi köreltiyor ve merak duygumu ateşliyordu.

Ödevimi teslim etmiştim, derslerimi aksamıyordum. Kütüphaneye gidiyor, oradan eve geçiyor biraz tekrar yapıp dizi izliyordum.

Benim hayatım buydu, monotonluk.

Bende her şey güzel gidiyordu ve Jin Ae de butiğin oradan yeni biriyle tanışmıştı. Adını tam hatırlamıyordum ama çocuk gerçekten yakışıklıydı. Jin Ae, çalışırken birkaç tane fotoğrafını çekmişti, oradan görmüştüm.

Dersim sabah vardı ve birde saat ikiden sonra. Bende geriye kalan boş süreyi bahçede geçirmeye karar vermiştim.

Sıkıntılı bir nefes verdim, dışarısı çok sıcaktı ve ben gölgede olmama rağmen yanıyordum.

Zaman geçmiyordu, bunun sebebini de bilmiyordum. Telefondan oyun oynuyordum ama canım sıkılıyordu, leptoptan saçma şeyler araştırıyordum ve hatta fakültenin interneti olduğundan dizi bile izlemiştim, sadece on dakikasını.

Aklımda hala 'sanırım senden hoşlanıyorum' derken ki mimikleri ve halleri vardı.

İçimde saçma sapan bir his vardı ve ben bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes tekrar aldığımda, fakülteye giren Hoseok'u görmüştüm.

*

"Son sınıfların mezuniyeti yaklaşıyor, sıkı çalıştılar." Bayan Kim, arada bir bana bakarak gülümsüyordu ve bu beni mutlu etmek yerine tedirgin ediyordu.

Son sınıflar, Hoseok oluyordu.

Dudağımı dişlerken eşyalarımı toplamıştım. Bayan Kim'in konuşması bittiğinde sessizce amfiyi terk etmiş ve Hoseok'u görürüm diye koridorun başına kadar hızlıca gitmiştim.

Dördüncü amfiyi gören bir masaya oturduğumda, sandalye çekildi. Ağlamak istiyordum.

"Durgun gibisin Mi Sun." suratına tepkisizce bakarken Woo Jin gülümseyerek bana bakıyordu. Ne tepki versem bilmiyordum açıkçası. Tek bildiğim, Hoseok olsa gülümserdim.

"Sadece yorgunum Woo Jin, iyi geceler." derken ayağa kalktım. Bez çantamı omzuma astığımda kafeteryadan direk bahçeye geçmiştim. Woo Jin'i tek başına o masada bırakmak, pek de beni üzmemişti aslında.

Yolda yürürken aslında biraz da Hoseok'a sorduğum soruları kendime sordum. Yani, onun için endişelenmiştim, kafeteryada oturup görürüm diye onu beklemiş hatta amfiden neredeyse koşarak çıkmıştım.

Woo Jin değil de Hoseok olsa gülümserdim, ama neden? Bu kadar kısa bir sürede kendini bana bu kadar benimsetmesi saçmaydı.

Yirmi dakika sonra kütüphanede raflar arasında tur atarken, zeki olduğunu düşündüğüm oğlan geldi. Hoseok'un yanındalardı hep ve Hoseok'un gelmediği günlerde Jin Ae ile biraz stalk yaptığımızda adının Kim Namjoon olduğunu öğrenmiştik.

İsmi de güzeldi, kendiside.

Raflar arasında tur atarken, sebze gibiydim. Aslında aklımda başka bir şey varken sadece ona odaklanan biri olduğumdan, kendimi işe tam veremiyordum. Bu yüzden neredeyse bir rafı yıkıyordum.

Yere düşürdüğüm kitapları alırken yanıma başka biri daha eğildi. Nane kafa bir iki tane kucağına kitap alınca bende geriye kalanları aldım. Elindeki kitapları rafa koyarken, "Dalgınsın." dedi imayla. Bu çocuk bir tek bana karşı mı böyleydi bilmiyordum ama boğazını kesmek istiyordum.

"Bunu Hoseok'a mı bağlamaya çalışıyorsun?"

"Öyle bir şey demedim." derken bile gülüyordu. Woo Jin'i tercih ederdim sanırım, en azından susmayı biliyordu.

"Nedense ima ediyorsun gibi geliyor." dememle gözlerini kaçırıp gülmeye devam etti. "O gün..." diyerek konuşmaya başladığında, aklıma sadece telefondan sonra aceleyle giden Hoseok gelmişti.

Eğer o günle ilgili bir şey derse, dinlerdim.

"Sana telefon numarasını verdiğim gün. Bana sert bir şekilde bakıp kartı yırttın ama nedense o gün o numarayı aldığına eminim."

Beklediğim bir cevap olmadığından anlık bir bocalama yaşadım. Numara? Ah bana verdiği kağıdı yırtmış ve yere atmıştım. Ardından bir süre geçince ayakkabımla ittirdiğim kağıdı alıp cebime koymuştum.

Numarayı almış ve kaydetmiştim hatta.

"Farkındaysan, çalışıyorum. Beni boş yere almadığım hakkında uzun bir konuşma yapmak zorunda bırakma."

Kitapların olduğu arabayı ittirirken benimle ilerliyordu. "Adım, Yoongi." dedikten sonra, yanımdan çekip gitmişti. Bunun altından bir şey çıkacağına emindim.

Bu nane kafa, sinsi birine benziyordu.

Saat ona geldiğinde, uykulu uykulu kütüphaneden çıkmıştım. Okulum bitiyordu artık, tatile girecektik.

Tatile ihtiyacım vardı, buralardan biraz da olsun uzaklaşmak istiyordum.

*

destiny | hoseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin