"Gir, müsaitim." koridora biri geliyor mu diye bakınca Yoongi sırtımdan itekledi. Hoseok beni yanına çağırmıştı ve ben de titremekten başka bir şey yapamamıştım. Ne yapabilirdim ki?
"Yaklaşık kırk dakika önce seni çağırmıştım, Mi Sun." kafa sallayıp onayladım, kuruyan dudaklarımı ıslattım. Saçma bir şekilde heyecan yapmıştım.
"Anca gelebildim." derken alayla gülmüş ve "Kapının önündeydin." demişti. Dediği doğruydu ama elimde olan bir şey değildi. "Olabilir ama aklım doluydu, düşüncelere biraz saygı."
"Düşünce..." dedi alayla gülerken, bu halleri beni biraz korkutuyordu. Ne tepki vereceğini kestirmiyord- "Annemin ayaklarının oraya çikolata bırakan sendin, değil mi?"
"Ne?" bunu anlayacağını biliyordum ama yinede bir umut anlamaz diye düşünmüştüm. Ama mahçup bir ifadeyle kafa salladım. "Bendim." dedim. Annesinin yanına girmiştim, tepkisinden korkuyordum.
"Her neyse, böyle mi devam edeceğiz?" sorgu odasında gibi hissettim kendimi bir an. Soruları hazırdı ama benim verecek cevabım yoktu. Kaçıp gitmek istiyordum bu odadan.
"Nasıl yani Ho-" derken sözümü kesti, dudaklarının aşağıya sarktığına yemin edebilirdim. Sinirliydi sanırım ve bana göre haklıydı da. Bir şey diyemiyordum.
"Yanisi şu, sürekli benden kaçacak ve sonra da yanıma mı geleceksin? Parkta beni bıraktın, hastaneye gelmişsin annemin yanına. Şimdi de benim yanımda dikiliyorsun."
"İstersen giderim..." dememle, "Aptal mısın?" diye bağırdı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Bu çocuk en son melek gibi bir şeydi ya, umut jeneratörü falan.
Onu bu hale getiren bana da tebrikler.
"Sana git demiyorum, demem de. Ama sen sanki içinde sekiz farklı kişi barındırıyormuş gibisin. Bir hareketin diğer hareketini desteklemiyor. Net ol lütfen, kafam karışıyor."
Nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle odanın sürgülü kapısını kapatım, Yoongi farklı bir ifadeyle bana bakıyordu. Gitmesi için koridoru işaret ettim, omuz silkti.
Gıcık.
Yandan bir sandalyeyi Hoseok'un direk yanına çektim. "Net olmamı istiyorsun, öyle mi?" dedim gülümseyerek. "Bazı şeyleri daha kendime itiraf edemedim, üzgünüm."
"Mi Sun, beni yanlış anlamanı istemiyorum." endişeli gibi duruyordu, ama nereye kadar kaçabilirdim ki? Daha demin sesini yükselten kişi yatağın altına saklamış gibiydi.
Birde bana dengesiz diyordu.
"Ne merak ediyorsun, Hoseok? Sor çünkü bu defa kaçmayacağım."
"Cidden mi?" şaşırmıştı ve kabul etmem gerekirse, şaşkınlık da ayrı bir yakışmıştı. Dudağımı ısırarak kafa salladım, artık sormalıydı. Benim cesaretim de bir yere kadardı.
"Bana karşı ne hissediyorsun? Bu en çok merak ettiğimdi."
"Seni seviyorum diyemem ama senden hoşlanıyorum Hoseok. Yanımda olmanı seviyorum, hatta sana güvenebileceğimi bildiğimde daha da mutlu oluyorum."
Tepki vermedi ya da veremedi. Dokunsalar ağlayacak gibi duruyor ifadesi tam Hoseok'un ifadesine uygundu. Mutluydu çünkü gözleri ışıldıyordu. Ben bunu anlıyordum çünkü özel hayatını bilmesem bile onu tanıyordum.
"Sen, ciddisin değil mi?"
"Ve ben bencil biriyim Hoseok. Seni yanımda tutmak istiyorum ama bunu yapamam. Çok düşündüm, yemin ederim çok düşündüm. Gitmek istiyorsan sana kal diyemem, anıların var ve gitmek isteyebilirsin."
"Neden gitmek istediğimi düşünüyorsun Mi Sun?"
"Yoongi'ye gitmek istediğini sayıklamışsın. Peşinden gelebilir miyim bilemiyorum ama, bilmiyorum işte Hoseok. Sadece gitmek zorunda mısın?" dudağımı yaladım.
"Bunu ne zaman öğrendin, parkta da biliyor muydun?"
Kafasındaki soru işaretlerini şimdi anlıyordum. Ondan kaçışımı buna bağlamak istiyordu ama baktığımız zaman gitmek istediğini söylediğinden beri sürekli onun yanındaydım. Bu da benim dengesizliğimdi sanırım, ya da gideceğini anladığımda elimden kaçmasını engellemek için yaptığım şeyler.
"Bilmiyordum, o gün aklımda böyle bir düşünce vardı. Hayatın hakkında pek fazla bir şey bilmiyorum."
"O zaman," dedi elini uzatarak, refleks olarak elini tuttum. "Ben Jung Hoseok, üniversiteden yeni mezun oldum, işim de hazır. Ablam Avustralyada, evli. Birkaç güne burada olur, son ayrılışımız kavga doluydu aslında." göz kırptı, yapmak istediği şeyi anlayınca kıkırdayıp kafamı yana çevirdim.
Yine de kavga lafından sonra içinde bir burukluk olduğuna emindim.
"İki tane yeğenim var, babamı küçük yaşta kaybettim. Annem yoğun bakımda, biliyorsun. Doktorlar ölümü için saat bile söyleyebilirler." yutkunduğunu görünce elini sıkıca tuttum ve ayağa kalkıp yatakta yanına oturdum. Daha yakın olmak istemiştim ona karşı.
Dudaklarından tebessüm geçtiğini görmüştüm.
"Annem, ben, Yoongi ve Namjoon ile bir evde yaşıyoruz. Namjoon bir süredir ailesinin yanında, şehir dışında. Ama hergün beni arıyor. Bir tane köpeğim var." yanağından süzülen gözyaşını görmüştüm.
"Ah, onu biliyorum." kıkırdadı. "Onun haricinde," dedi dudaklarını büzerek, yanağındaki gözyaşını sildim. Bana ihtiyacı varmış gibiydi şu an. Omzundaki yüklerin yavaşça azaldığını görebiliyordum. "Sanırım başka bir şey yok."
"O zaman, ben tanıyayım kendimi. Ama ondan önce, bize gelen sendin değil mi?" göz göze gelince, kafasını eğip aşağı yukarı salladı. Beni o halde görmesini istemezdim ama olan olmuştu artık.
Ayrıca, bana hayatını açmıştı.
"Sen tanıtma," dedi, aniden dik pozisyona gelmiş ve yanağımdan öpmüştü. "En azından şimdilik. Seni ben keşfetmek istiyorum, sorun olmaz değil mi?"
Bende yanağından öptüm. "Sorun olmaz, şimdi uyuman gerekmiyor mu?" saate baktım, yanından kalkarken kolumdan tutup durdurdu. "Bir tane daha sorum var!" dedi hızlıca. Neden bu kadar telaş yapmıştı anlayamamıştım.
O değilde, Hoseok'a karşı yapacağım hoşlantı itirafını hastanede gerçekleşeceği aklıma gelmezdi.
"Woo Jin kim?"
Cidden mi Hoseok?
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
أدب الهواة❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107