Şu son bir hafta, nasıl geçmiş anlamamıştım. Cidden, sanki gözlerimi açıp kapayıncaya kadar geçen zaman, üç saniye falandı.
Aslında benim için klasikti, sabahları kalkıyor, Jin Ae'yi kaldırıp kahvaltı ediyor ve hazırlanıp fakülteye gidiyorduk. Hocalarla gelecek hakkında kısa bir sohbet ettikten sonra, biraz bahçede oturuyor ve kapıyı izliyordum.
Hoseok, hala meydanda yoktu. Bayan Kim'in nane kafalı ile olan konuşmasına biraz kulak misafiri olmuştum ve aslında Hoseok'un annesinin diyalizden sonra yoğun bakıma girdiğini öğrenmiştim.
Duyduğumda gerçekten onu aramak ve nasıl olduğunu sormak istemiştim ama, beni sürekli durduran bir şeyler vardı.
Hayatım boyunca, bu şeyler yüzünden annemle kavga etmiştik. Bana sınırlarımı aşmam gerektiğini söylüyordu, sınırlarımı bilmezken.
Soğuk olduğumu hep söylerdi, oysaki bana yaptıklarım her zaman doğru gelmişti. İnsanlarla arama mesafe koymayı seviyordum, bu bence kötü değildi.
Kendimi açtığım insanlar bana yeterdi.
Hoseok'u aramak istiyordum. Ama... ama sanki aramam bir şeyleri berbat edecekmiş gibi hissediyordum.
Sanki kurulu bir düzeni, tepetaklak edecekmişim gibi.
Diğer yandan, şu nane kafa. Hoseok'un numarasını aldığımı biliyordu. O gece eve gidince, içime kuşku düşürdüğünden konuyu Jin Ae'ye açmıştım.
Ve o, intihar etme isteğimi çoğaltan bir cevap vermişti.
'Ah, biliyorum. Adı Yoongi, Min Yoongi. Yarım saat sonra tezgaha geldi ve kartvizitini düşürdüğünü söyledi, yere bakmamı istedi. Bende yerde değil dedim, atmış olabilirler çöpe bakar mısınız? dedi. Çöpte de olmadığını söyledim.'
Uyuyamamıştım.
Cidden, benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamıştı. Sinir olmuştum, ertesi gün ise okulda ondan kaçmıştım.
Bayan Kim, benimle özel bir konuşma yapmıştı. Sessiz olduğumu söylemiş ve yaşantımı sormuştu.
Ben iyiydim.
Annemlerle bu hafta altı defa konuşmuştuk. Şaşırmışlardı, çünkü bir haftada onları bu kadar çok aramam normal değildi. Babam tatilde beni yanlarına çağırmıştı ama işimden çıkmak istemiyordum.
Hava çok sıcak değildi, arada bir esiyordu. İşte böyle zamanlarda fakültenin bahçesi güzel oluyordu.
Şimdi ise, yine fakültenin bahçesinde çimlerde otururken yanıma birinin gölgesi daha düşmüştü. Kafamı kaldırıp baktığımda Woo Jin'i görmüştüm, beklediğim kişi değildi aslında.
Neden bekliyordum, neden bir hafta boyunca beklemiştim?
"Otursam sorun olur mu?"
Yana kaydım, bir şey demeden sadece kafa salladım. Pek umrumda olan biri değildi, isterse şurada kavgaya karışsın, bakmam gibi geliyordu.
Kulaklığımı takıp arkama yaslandım, gözlerimi kapatacakken, fakülteye giren kişiyi görmemle dikeldim.
Woo Jin, "Neler oluyor?" dediğinde çantamı aldığım gibi oturduğum yerden kalktığımı ve fakülteye koştuğumu fark etmiştim.
Üzgünüm, ama ben koşuyorsam, durum vahimdir.
Kulaklığımdan butterfly şarkısı yükselirken, Hoseok'un peşinden koştum. Fakültenin kapısından girecekken açılan bağcıklarım beni felakete sürüklerken, yani düşmemiş sağlarken, dikkat edemediğim biri kolumdan tutarak düşmemi engellemişti.
İlk defa fark ettiğim bir detayla Hoseok olduğunu anlamıştım, kokusundan.
"İyi misin?" derken kafa sallamıştım ama aslında yüzünü inceliyordum. Göz altları normalden daha koyuydu, uykusuz gibi gözüküyordu. Dudağımı çekiştirerek kendimi geri çektim.
"Bağcıklarıma takıldım sadece, önemli değil."
Kafa salladığında hafifçe gülümsedi bana, tebessüm ederken bulmuştum kendimi. Ne desem bilmiyordum, nasıl başlayacağımı da.
"Sen?" dedim parmaklarımla oynarken. Kaşları yukarı kalkmıştı, sorgulanıyor gibi hissetmiştim kendimi. Gözlerimi gözlerinden çekemiyordum.
"Yorgun gözüküyorsun." Neden mırıldandığımı bilmiyordum. Biraz fısıldıyor gibiydim. Ağır ağır kafa salladı, turuncuya dönen saçları hafif dalgalanmıştı.
"Yorgunum, biraz oturalım mı? Yani, ister misin?"
"Oturalım." dedim saçma bir heyecanla. Bana ne olduğunu acilen çözmem gerekiyordu. Hoseok'un etrafında olduğumda farklı bir büyüye kapılıyordum.
Beraber bahçeye çıktık. Woo Jin'in beni görme ihtimali vardı ama pek umurumda değildi. Bu beni kötü biri yapar mıydı? Ona defalarca ilgilenmediğimi söylemiştim.
Ağaçların altında gölgede kalan, diğer yerlere göre daha az kişinin olduğu yere geçtik. Piknik masaları gibi masalardan vardı, çantamı oturağa koydum. Karşıma geçmişti.
"Hastanedeyim birkaç gündür, orada yatıyorum."
"Annenin için, değil mi?" aniden ellerine diktiği bakışlarını bana çevirdiğinde derin bir nefes aldım. "Bugün, Yoongi ile Bayan Kim'i konuşurken duydum."
"Anladım." dedi. Hoseok'un enerjisine hep imrenmiştim, yüzünün güzelliğine de. Ama şimdi, kıskandığım enerjisi tabanı sıyırırken yüzünün güzelliği zedelenmişti.
Hala cildi pürüzsüzdü, bunda sıkıntı yoktu ama gözleri parlamıyordu. Sıkıntı buradaydı.
"Annen nasıl Hoseok?"
"Bilmiyorum, Mi Sun. Cidden bilmiyorum, doktorlar iyiye gittiğini söylüyorlar ama sanki... Annemi kaybediyormuş gibi hissediyorum."
Bir şey diyemedim.
Kaybetmezsin, iyi olacak gibi şeyler söylemek isterdim ama bu saçma şeylere sadece biraz tutunabilirdi. Annesini kaybettiği zaman -bunu asla istemezdim- çökerdi, toparlayamazdı.
Dudaklarımı yaladım, bakışlarımı altında oturduğumuz ağacın yapraklarına çevirdim. Hoseok, güçlü biri değildi bana göre. Naif bir ruhtu, zarifti, kırılgandı.
"Bugün ne için geldin?"
"Senin için..." dedi bana tebessüm ederek bakarken. "Kendini kötü hissetmeni istemiyorum, yaptığım o itiraf karşısında. Ben sadece hissettiğimi söylemek istedim, senden bir şey beklemiyorum, Mi Sun."
Ardından yavaşça oturduğu yerden kalktı ve beni orada düşüncelerimle baş başa bırakıp gitti, önüme düşen yaprağı okuduğum kitabın arasına koyarak bende kalktım, ders saatim yaklaştığı için amfiye yürüdüm.
.*
Selam, şimdi kenara çöküp ağlıcam.
BÖLÜMÜ KAYBETTİM.
Hoseok'un kıza iş bulduğu bölüm kayıp, biraz bile olsun hatırlayanlar varsa, mesaj yerine, panoya ya da ne bileyim yorumlara yazsın.
Lütfen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfiction❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107