Belkide gün içinde milyon defa dudaklarımı yaladığımda, hasta olacağını anlamıştım. Bu yüzden koşarak ecza dolabına gitmiştim ama ecza dolabından ağrı kesici çıkardığımda, kutusunun boş olduğunu görmüştüm.
Başım çatlıyor gibiydi ve burnum da tam bir çeşmeyi andırıyordu. Sabahtan beri kaç kutu mendil harcadığımı sayamamıştım. Duruyor ve aniden sancılar giriyordu. Ve bu da tam bir çile, işkenceydi.
Diğer ilaç kutusunu çıkardım, o da boştu. Sinirlenerek dolabı kapattım ve arkada kalan çay makinesinde sıcak bir bitki çayı yaptım. Dinlenmek istiyordum ama hem üniversite hayatım hem de iş hayatım buna izin vermiyordu.
Çayla beraber girişteki bilgisayarın önüne oturdum ve bir süre çayın ılınmasını bekledim. Hem üşüyordum, hem terliyordum. Saçma sapan bir çelişki içindeydim. Başımı ellerimin arasına aldım, gözlerimi kapattım.
Çarşamba günündeydik ve ben hastalanacak muazzam bir günü bulmuştum. Yarın ödev teslimim vardı, ertesi gün sınavlarım başlıyordu ve iş çıkışı hastaneye gidip kalçamdan iğne yemedikçe iyileşecek gibi de durmuyordum.
Ve en büyük sorun şuydu ki, iğneye karşı fobim vardı.
"Mi Sun, hasta mısın kızım?" en büyüğümüz ve sanırım yetmiş yaşına gelen sevimli ve korumacı abimiz, amcamız burukça gülümseyerek sorduğunda dudak büzerek kafa salladım.
"Sanırım hasta olacağım."
"Sen çık," dedi bana bakarak. "Saat sekiz buçukta zaten bitiyor, bir saat seni idare ederim. Hastaneye git."
"Gerek yok," derken eliyle kışkışladı ve, "Acele et ve eşyalarını topla." dedi. Ya bu adamı sarıp sarmalamak istiyordum. Tam bir anaçtı.
Yarım saat sonra, kendimi bizim evin kapısını açmaya çalışırken bulmuştum. Baş ağrım hala son hız devam ediyordu ve bunun yanında ağzımda iğrenç bir tat vardı. Kapıyı araladım, içeri girdim ve ayakkabılarımı kenara koyup koltuğa yattım. Jin Ae gelene kadar kalkmaya niyetim yoktu. Uyumaya çalıştım.
*
Bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu ama o kadar çok uyumak istiyordum ki kafamı yastıktan kaldırmamıştım. Jin Ae'nin sesimi hayal meyal duyuyordum. Sanki her an yeni bir uykuya yelken açacak gibiydim.
"Mi Sun, kalk hastaneye gidelim. Ateşin çıkmış." kafamla onayladım, arkamı dönüp uyumaya devam ettim. Kalkacak gücüm yoktu ve Jin Ae'nin dediğine göre ateşim vardı. Açıkçası pek de umrumda değildi.
"Mi Sun, kalk bebeğim." ellerini saçlarımda hissediyorduö ve bu beni kaldırmaktan çok mayıştırıyordu. Eğer biri beni kucağına almaz ve hastaneye götürmezse kalabilecek durumda olavağımı sanmıyordum.
Hem, saat kaçtı?
"Mi Sun, kalkmazsan anneni arayacağım." dediğinde, "Kalkacağım," diye mırıldandım. Sadece ben duymuştum sanırım, gözlerim kapanıyordu. Üzerimdeki örtü aniden çekildiğinde, sudan çıkmış balığa dönmüştüm.
"Elini yüzünü yıkaman için otuz saniyen var!" bir yandan üzerime aldığım örtüyü katarken bir yandan da bana bağırıyordu ama kalkacak halim yoktu. "Biraz daha uyumama izin ver." dedim.
Kolumdan tutarak çektiğinde, zil çalmıştı. "Biraz daha yat, kapıya bakacağım." demesiyle cidden mutlu olmuştum. Eh, Yoongi'nin sesini duyana kadardı. Kapıda bir şeyler konuşuyorlardı ama odaklanamıyordum bile.
Ardından sesler daha yakından geldi ve Jin Ae, "Taksiye kadar taşısan yeter." dedi. Burada konuşulan şey bendim sanırım. Bu düşüncemi bacağımın altından ve belimin altından geçen Yoongi'nin kolları desteklemişti. Kolay bir harekette beni kucağına aldı ve bir iki defa hoplatıp rahat tutacağı pozisyona getirdi.
Ben ise, kafamı omzuna yaslayıp uyuklamaya devam etmiştim. Dünya güzeldi çünkü ayağa kalkmadan hastaneye gidecektim. Geçen dakikalardan sonra, taksiye bindiğimizde Jin Ae'nin soğuk elini alnımda hissetmiştim.
"Havale geçirmese iyi."
"Keşke yolsa oyalanmadan gelseydim, daha erken götürürdük." Jin Ae'nin sesi, uykumu getiriyordu. Sanırım dünyanın dönüşü bile uykumu getiriyordu. "İğne ya da serum verir büyük ihtimalle."
"İğneye karşı fobisi var, ne bok yeriz bilmiyorum." araba salladıkça kafam omzundan kayıyordu ama en sonunda sağ salim hastanede inmiştik. Doktorun hanına gitmiş ve hemşireler tarafından iğne yağmuruna tutulmuştum. İşte bu yüzden, havale geçirsem bile hastaneye gelmek istemiyordum.
Serumun etkisiyle yarım kalan uykumu tamamladığımda saat ikiye geliyordu. Jin Ae'yi görmemiştim ama ben uyandıktan yirmi dakika sonra odaya giren Yoongi'yi görmüştüm.
"İyi misin?"
"Biraz daha iyiyim." dedim, esnerken. "Ateşin biraz zor düştü ama iyi olmana sevindim." kafa sallayıp gözlerimi ovaladım. İlk başlarda diyemeyeceğim çünkü biraz vakit geçirdikten sonra Yoongi'ye karşı azcık nefret besliyordum ama onun dışında ve ramen olayının dışında anlaşıyorduk.
"Bu arada, Hoseok işe konuştum. Seni belki arar, beni aradığında serumun yeni takılıyordu." hasta olduğumu bilmesini istemezdim. Boşu boşuna endişelendirmek başka bir şey olmayacaktı. Yine de kimseye kızamazdım çünkü kendiliğinden oluşan bir olaydı.
Elini alnıma koydu, "İyisin değil mi Mi Sun? Yaklaşık yedi saattir uyuyorsun. İğnede sıkıntı çıkar sanmıştık ama hissettiğinden bile şüpheliyiz." elini yanağıma koydu, kafamı eline koyup gözlerimi kapattım. Hala uyumak istiyordum, uykum açılmazsa belki uyurdum da.
"Jin Ae nerede?"
"İzin alamadı, bu yüzden bir mimar olarak ben araya girdim ve kendi iş yerimden izin aldım. Bakıcın benim, nasıl ama?"
"Umarım ciddi değilsindir çünkü en son yedirdiğin acı ramenin öfkesi hala geçmedi." omzumu sıktı ve "Seninle iyi anlaşacağız." dedi. Dudak büküp gözlerimi kapattım. Yoongi ile bir gün dayanabilirdim sanırım. O kadar da zor olmazdı.
Telefonda mesaj yazdığını görüyordum, kafasını kaldırıp telefonumu işaret etti. Bana mesaj atmış olamazdı, aynı odada karşı karşıyaydık. O zaman geriye tek bir ihtimal kalıyordu, ikimizin ortak arkadaşları. Jin Ae, Namjoon ve Hoseok.
"Ben çıkıyorum, kumrular." dedikten sonra gözden kaybolmuştu. Keşke telefonu bana verseydi çünkü almaya çalışacakken düşebilirdim. Yinede kendi imkanlarımla telefona uzandım ve aramayı cevapladım.
"Hoseok?" dedim ama sesim dublaj gibiydi. Konuşmak istemiyordum. Kıkırdadı, "Burnundan mı konuşuyorsun, o nasıl bir ses öyle?" dedi. Cidden ilaç gibi geldin Hoseok.
"Sesimin farkındayım ama aynı zamanda da hastayım. Bana iyi davranmalısın."
"İyi mi davranmalıyım? Bunu düşünmek için süre istiyorum." dediğinde, "Fazla uzamasın bu süre yoksa uyurum." dedim. Birkaç onaylayan mırıltı duydum.
"Aklıma 'davranmak' dediğinde temas geliyor. Sanırım, yarın yanında olurum." huh? Bir iki saniye dondum, dublaj olan sesim hepten içime kaçmış gibiydi. "Ciddi misin sen?" dedim şaşkınlıkla.
"Ciddiyim, biletimi aldım bile. Onun için bu saatte uyanığım." Ne kadar inanmam gerektiğini bilmiyordum çünkü hala bana şaka gibi geliyordu. "Hoseok..." diye mırıldandım, "Eğer ciddi değilsen söyle."dedim.
"Aslında yılbaşında yanında olacaktım ama bir daha gelebilirim. Yine ayrılacağımızı bilmek kötü ama, geliyorum!" güldüm. Geliyor olması fazla güzeldi. Her şeyden önce o çok güzeldi. Varlığıyla, samimiyetiyle, kalbiyle ve naif ruhuyla, çok güzeldi.
*
Selam.İşte size öyle böyle bir geçiş bölümü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfiction❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107