"Odandan çıkmayacak mısın?"
Gözlerimden akan yaşı silerek "Çıkmayacağım," dedim, çılgınlar gibi ağlıyordum. Uzun zamandır içime attığımdandı belki de. "Bir süre çıkmayacağım. Belki de istifa eder ve annemlerin yanına dönerim, bilmiyorum."
"Saçmalama Mi Sun, aç şu kapıyı!"
"Açmayacağım, git başımdan!" bir hıçkırık daha kaçtı ağzımdan, engel olamadım. Neden, diye soruyordum kendime. Neden içimde saçma sapan bir sıkıntı vardı şu son günlerde?
Bir türlü çıkmaza ulaşamıyordum.
"Mi Sun, bebeğim. Aç şu kapıyı, sana yalvarıyorum."
Hıçkırıklarımı duyuyordum sadece, kendime o kadar odaklıydım ki çıldırmama ramak kalmıştı. Nasıl bu hale geldiğimi hayal meyal hatırlıyordum, önce başım dönmüştü ve odaya girmiştim.
Ardından sırtımı duvara monteli olan raf gibi çıkıntıya yaslamıştım. Ne olduğunu anlayamadan gözümden bir yaş gelmişti, ardından nefes alamadığımı hissetmiştim.
Aniden başlamıştı her şey. Ne olduğunu çözemiyordum, duygularımı kontrol edemiyordum. Normalde önceliğim daima mantık olurdu, şimdi ise yaptıklarımı sorguluyordum.
Uzun zamandır ağlamamıştım.
Bana göre, herkesin başına gelebilecek bir olaydı bu. Sadece benimki biraz sorgu doluydu.
Duygularını iyi yansıtabilen biri değildim, hiç de olmamıştım. Gerek Hoseok'a oldun, gerek Jin Ae. Sürekli içime atmıştım, iftira atıldığı gün bile şiddetten ileri gidememiştim.
Şimdi ise ağlasam bile, omzumdaki yükler yavaş yavaş yok oluyor gibi geliyordu.
Beni bu hale sokan temel etken hislerimdi. Parkta oturmamız ve benim tüm soru işaretlerimle orayı terk edişimin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti.
Bu süre zarfında, tam bir ruh gibiydim. Kendimi arıyordum, sadece kendimi arıyordum. Ne olduğunu bilmeden, umutsuzca. Ve bunu takip eden ağlama krizimdi.Olmadık bir anda olmadık bir yerde pat diye geldiğinden sebepsizmiş gibi görünüyordu, en azından Jin Ae için.
Oysa kimseye, bazen kendime bile söylemeye utandıklarım, yok saydıklarım, çok normalmiş gibi görünen düzenimin içinde beni tatmin etmeyen, kolay kolay da degiştiremeyeceğim bir yaşamın tam ortasında olduğumu fark etmem ya da kendimi değiştiremeyeceğimi bilmem temeliydi.
Sonuç olarak, bu haldeyim.
Krizlerimi seviyordum, saçmaydı ama seviyordum işte. Ağlama krizimden sonra uzun ve iyi bir uyku çekiyordum. Sabah kalkınca baş ağrısı karşılıyordu beni ama, ağrı kesici içene kadardı.
Onun dışında aptalca bir sakinliğe ev sahipliği yapıyordum. Kolumu baltayla kesmeye çalışsalara 'balta hijyenik mi?' diye sorardım, o derece. Bu belki de aptallıktı ama sinirlerim kökünden alınmış gibiydi.
"Mi Sun, açmazsan yedek anahtarı alacağım..." bir süre ses kesildi, adım sesleri yoktu. Bu yüzden Jin Ae'nin hala kapının önünde oturduğuna emindim.
"Bebeğim, aç şu kapıyı." mırıldanmasını duymuştum ama tepki bile vermemiştim. Anahtar yedeklerinin onun odasında olduğunu biliyordum, ama aynı zamanda ben istemezsem bu kapıyı açmayacağını da biliyordum.
Bu yüzden rahattım.
Daha ne kadar süre ağladım bilmiyorum ama, kapının arkasına büzüşmüş bir şekilde, boynumu tutarak ayılmıştım. Boynum felaket derecede ağrıyordu, yerde sürünerek yatağıma yaslandım. Ayağa kalkacak halim yok gibiydi.
Göz kapaklarım acıyordu ve sürekli uyumak istiyordum. Uyursam ertelenecekti bunun farkındaydım ama ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla dayanamamıştım.
Uykum açılmadan sağa döndüm. Yumuşak bir zeminde olduğumu hissetmiştim ama pek de umursamadım. Ağzım kurumuş gibiydi, bu yüzden "Su." diye mırıldandım kendi kendime.
Kimse duyamayacaktı oysaki.
Uykuya tekrar dalacakken dudaklarımda bir baskı hissettim, soğuktu ve sıvı gibi bir şey dudaklarıma çarpıyordu. Yavaşça dudaklarımı araladım, suyu içtim.
Bilincim yerinde değildi.
Ardından uykuya tekrardan esir düştüm.
*
Yataktan başımın ağrısı ile kalkarken nasıl bu hale geldiğimi düşünmüştüm. En son yatağın önünde kıvrılmıştım ayağa kalkamıyorum diye. Ama şimdi, ince bir örtünün altında, cam yukarı doğru hafif aralanmıştı ve yanımdaki komidinde su bardağı vardı.
Neler olmuştu?
Uykusu derin bir insandım, bacağımı koparsalar uyanmazdım. Apar topar yataktan kalkıp kapıya gittiğimde, kapının kilitli olduğunu fark etmiştim.
Ben uyuduktan sonra Jin Ae odaya girmiş olabilirdi ama benden daha zayıf olan kızı beni yatağa çıkaracak hali de yoktu.
Kafam karışmıştı.
Sessiz sessiz pencereye ilerledim. Dışarısı serin olmalıydı ki, cam sadece aralık olsa bile içersini epeyce soğutmuştu. O an, gözlerim bizim apartmandan çıkan siyah bedene kaydı.
Kim olduğunu anlayamamıştım ama beden sokak lambasının altından geçtiğinde kırmızı saçlarıyla görür görmez donmuştum. Yavaşça gözlerimi yumdum, midem kasılmıştı.
Lütfen, bize gelmemiş olsun.
Ardından bizim evin kapısı kapandı ve Jin Ae'nin adım seslerini duydum. "İyi ki telefonunu salonda bırakmış..." dedi. Benim uyuduğumu falan düşünüyordu sanırım hala.
"Yoksa nereden bulacaktım numarasını? Ah, çıldıracağım! Elimden bir şey de gelmiyor." söylene söylene odamın önünden geçerken bir anlık durdu. Derin ve sıkıntılı bir nefes aldığını duyabilmiştim.
Onun da bu durumlara soktuğum için kendimi kötü hissediyordum.
"Umarım iyi olursun, Mi Sun."
Sessizce ve sakince odasına girdi ve bende yatağın ucuna oturup duvardaki fotoğraflara ve çıktılara baktım. Komidinin üzerinden çalışmam gereken fotokopileri aldım ve tüm gece ders çalıştım, okul bitmesine rağmen.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfic❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107