"Sonra ne oldu peki? Bir şey falan dedi mi?"
Jin Ae, hevesle beni dinlerken duvardaki saate baktım. Öğle arasının dolmasına dört dakika vardı ve ben yemeğimi bitirmiştim. Şu an buradan kalkıp gitmiyorsam, tek sebebim beni erken yakalayan patronun saate bakmadan çalıştırmasıydı.
"Altıncı defa anlatamayacağım." kıkırdadıktan sonra elindeki çubukları bana doğrulttu. Bir gün cidden bu şehirden kaçıp gitme isteğim, gerçeklerden daha baskın gelecekti ve kaçacaktım.
Hoseoktan, ailemden, Jin Aeden, fakülteden ve kurduğum düzenimi arkamda bırakıp gidecektim.
Bunu istiyordum.
"Sonra ne oldu demiştim, cidden hiç konuşmadı mı?"
"Konuşmadı dedim ya Jin Ae." çubuğuyla yemeğini ağzına götürdü ve çiğnedi. Dudak büzerek yemesine gıcık olsamda, sevimli gelmişti. Derin bir nefes aldım ve arkama yaslandım.
Daralmıştım.
"Tanrım, aptal mı acaba? Ben olsam işi yürütmüştüm şimdiye kadar."
"Aptal olan sensin asıl. Kalbin otomatik kapı gibi, herkese açılıyor. Kendine dikkat et demekten yoruldum artık Jin Ae!"
Gözlerini kırpıştırıp bana bakınca, aniden çıkışımın cidden fazla olduğunu anladım. Bu gibi konularda fazla rahat oluyordu ve onun rahatlığı aşk acısı çekince bana batıyordu. Kötülüğümden demiyordum bunları ona, biliyordu.
"Tamam." demesiyle "Jin Ae..." diye mırıldandım. Cidden, kırmıştım. "Özür dilerim, ama senin de canının yanmasını istemiyorum." dedim. Sadece gülümsedi ve yemeğine devam etti. Bu halleri canımı sıkıyordu. Bana bozuk atıp atmadığını anlamıyordum.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
" Bitirdiysen, gidelim mi? Saatimiz de doluyor zaten." dememle sanki bunu bekliyormuş gibi kalktı. Dudağımı ısırdım, beraber masadan kalktık.
Öğleden sonra, dükkan gereğinden fazla müşteriyle dolmuştu. Kasa tüm gün bendeydi ve saatlerce kartlarla, paralarla uğraşmıştım. Gözlerimi kapatsam bile, yorgunluğum asla gitmeyecek gibiydi.
Dudaklarımı dilimle ıslattım, Hoseok kapıda belirdi. Tek gelse yine bir şey demezdim ama nane yeşili saçları olan arkadaşı her defasında 'seni tanıyorum' bakışları atınca işimi ve hayatımı önemsemeden hepsini topluca kovmak istemiştim.
Kasaya yaklaştılar, yeşilli hiçbirine fırsat vermeden öne atıldı ve "Üç tane americano." dedi. Kafa salladım, hesaplarına yazdım ve ödemeyi hallettim.
"Hazırlanınca getireceğiz." derken yüzüne bakmamak için kasayı yeni hesap için ayarlamıştım. İlk tanışmadan patlamıştık, bir daha ısınabileceğimi sanmıyordum. Aynı zamanda Hoseok ve onun arkadaşlarına ısınmak da istemiyordum.
Ben daha yanımdaki arkadaşımla anlaşamıyordum!
Yeni gelen müşterilere fırsat tanıdı ve kenara çekildi. Ne zamana gidecekti merak etmiştim. Yeşil renginde de soğumak istemiyordum. Yine saçlarının rengi teninde güzel duruyordu. Hoseok ve arkadaşları, cidden güzeldi.
Diğer müşteriler içinde aynısını yaptım, siparişleri hakkında bilgi verdim. Gözlerimin içi yanıyordu, ağlamak istiyordum.
"Ek olarak arkadaşım için telefon numaranı da alabilir miyim? Kendisi instagram üzerinden seninkini bulmaya çalışıyor da."
"Hayır."
Kesin ve net söylemiştim, kendimden beklediğimden daha fazla hem de. Git gide, insanlarla arama duvar örmek hoşuma gidiyordu. Günün sonunda yalnız kalabilirdim, ama benim hayallerim vardı. Duvarlarımı hayallerimle süsleyebilirdim.
Bunu yapabilirdim, başkalarına ihtiyacım yoktu.
"Cidden mi? Ah, bende kibar olursam alabilirim sanmıştım."
"Neyse, bu düşüncenin yanlış olduğunu şu an fark ettin. Artık gider misin? Müşterilerle ilgileneceğim."
"Üç americano hazır, Mi Sun." diyerek Jin Ae mutfaktan çıktığında arkamı dönerek yanına gittim ve elinden hızlıca tepsiyi aldım. O tekrar mutfağa giderken aynı hızda tezgaha geldim. Tepsiyi tezgaha bıraktım ve ileri ittirdim.
"Siparişleriniz."
Eline tepsiyi aldığında, tezgaha küçük bir not bırakmıştı. Direk çöpe atmak istesemde, merak etmiştim. Eh, merak yemekten önce gelirdi. Kağıdı içimdeki saçma merakla çevirdiğimde, numara görmüştüm.
Hoseok.
Ardından kafamı kaldırdım ve masalarına baktım. Hoseok gülerek kahvesini içiyordu, belliydi yeşil saçlı oğlanın numarasını dağıttığından haberi yoktu. Haberi olsa da bir şeyin değişeceğinden emin değildim.
Geçen seferde masada böyle bir konu geçmişti, hepsinin numara olayından haberi var gibiydi.
Yeşil saçlı oğlan bana dönüp göz kırptığında ona göstererek kağıdı ortadan ikiye ayırdım. Kaşları yukarı kalkarken bile yüzünde bir gülümseme vardı. Kağıdı, tezgahın altındaki çöpe attım.
Tamam, atıyormuş gibi yaptım. Yere düşen kağıdı da ayakkabımın altından köşeye doğru ittirdim.
Ve onlar masadan kalkana kadar da, bir daha göz göze gelmedik.
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfiction❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107