"Haritaya göre, sağdan devam etmelisin."
Gözlerimi saniyelik yoldan ayırıp Hoseok'a baktım. Ben Busanlı'ydım. Burada doğmuş, büyümüş ve sadece üniversite için buradan ayrılmıştım. Ama Hoseok, sanki Busan'ı haritada ilk defa görmüşüm de merak edip buraya gelmişim gibi davranıyor ve bununla da yetinmeyip bunu gözüme sokuyordu.
"Hoseok," dedim gülümseyerek. Gözlerim hafif kısılmıştı, yandan yandan Hoseok'u izliyordum.
"Ben buralıyım. Elindeki haritadan daha iyi biliyorum burayı. Bak," dedim parmağımla ilerdeki boş alanı göstererek. "Arabayı oraya park edeceğim ve metroyla devam edeceğiz. Çünkü orada park yeri bulmak zor."
Bir bana, bir de elindeki haritaya baktı. "Doğru, metroyu gösteriyor burada."
"Ha, göstermese gelmeyeceksin yani? Projemde 'ben geçen yıl yaptım, sana yardım ederim' dediğin zaman ben sana böyle yapmamıştım." patika gibi yoldan girdim, daha güvenli gözüken yere arabayı düzgünce park ettim.
"Gelmem demem ama gitmemek işim bahane bulurum."
"Ayıp ya." dedim arabanın arka koltuğundan sırt çantamı alırken. "Ben seni gezdirmeye kumsala götüreceğim ama gördüğüm şu muameleye bak."
"Öyle tepki verme," dedi gerinme hareketleri yaparken. "Üç defa sapağı kaçırdık, yolu uzattık. Benimde sağ salim Daegu'ya dönmem gerekiyor."
Diyecek bir şey bulamayınca, arabayı kilitledim ve beraber metroya ilerledik. Ben, çantalarımız ve babamın bırakıp Hoseok'un arabadaki torpidodan bulduğu Busan haritası ve kamp sandalyelerimiz. Evet, cidden harika bir takımdık.
*
"Metrodan indikten sonra on dakika falan yürüyeceğiz." metro kalabalıktı, bu yüzden Hoseok ile el ele tutuşmuştuk. Aslında, bana inanmayıp elindeki haritaya bakan Hoseok etrafın ne denli kalabalık olduğunun farkında değildi. İkimizde ayaktaydık ve Hoseok'un güzelliğini gören tek ben olmadığım için metronun durduğu her durakta aramıza kızlar ve erkekler giriyordu.
En sonunda dayanamamış ve elini tutmuştum. Yanında kızı gibi kalıyordum ve boy farkımız ağlanacak türdendi. Aslında uzun boylu bir kızdım ama Hoseok benim gözümde elini kaldırsa yıldızlara değecek gibiydi.
İşte tam böyle zamanda Hoseok'un peşinden ayrılmayan Yoongi'nin yanımızda olmasını istemiştim. O da bizi pek yalnız bırakmazdı ama en azından aramıza girmezdi. Ah, burada olduğumuzdan haberi yoktu.
Aslında emin değilim, belkide vardı. Çünkü Jin Ae beni elli sekiz defa aradıktan sonra bende onu aramıştım. Uzun konuşmuştuk. Yani, Jin Ae uzunca ve okkalı küfürler savurmuştu. Beni merak ettiğini, endişelendiğini ve Daegu'ya, eve döndüğümde etlerimi haşlayıp yiyeceğini söylemişti.
Biraz da annemle konuşmak istemişti ve işte o anda ecel terlerini ben dökmüştüm.
Duraksayıp ilişkimize baktığımda kendimden çok fazla taviz verdiğimi görüyordum. Ama saçma bir şekilde bunlar bana sorun olarak gelmiyordu. Sanki, geleceğe yaptığım bir yatırım gibiydi. Hoseok'un büyüsüne kapılmıştım, büyüsünü kabul etmiştim bir defa. Şimdi de uzaklaşmak istemiyordum.
"Kaç durak var daha?" diye sorunca ona bakarak cevapladım. "İki sanırım, gelmeyeli bir süre oluyor."
"Olsun," diye şakıdı Hoseok. "Haritamız var!" homurdandım. "Aman ne güzel." haritaya kesinlikle benden daha çok güveniyordu. Eh, bu da beni birazcık kırıyordu doğrusu.
Birkaç dakika sonra, Gwangan durağında indiğimizde, hala el eleydik. Hoseok bunu unutmuş gibiydi, ilk defa gördüğü için belkide şaşkınlıkla etrafa bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
أدب الهواة❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107