Acilen ipleri elime almalıydım değil mi? Göz devirdim. Kendime hakim olamıyordum, şu aptal yaşamımda hiçbir şey istediğim gibi olmuyordu.
Her neyse, sakin olmalıydım.
"Merhaba." dedim uzun, resepsiyonu andıran masanın arkasındaki kadına. Krem ve koyu yeşil tonlarının hakim olduğunu özel hastane, para verip kalmak isteyeceğim kadar temiz ve ferahtı.
"Buyurun." diyen hemşireye zordan gülerek "Yoğun bakım ünitesi, hangi katta kalıyor? Ya da, bekleme yeri?" dedim. Ellerim saçma sapan şekillere girmişti. Sakin olmaya çalışıyordum.
Kadın ağzını araladı, o sırada adımı tanıdık sesten duydum. "Mi Sun?" başımı o tarafa çevirdiğimde üzerinde kısa kollu siyah bir tişört, altında ise siyah bir eşofman vardı.
Yasta gibiydi, Hoseok'u ilk defa bu kadar siyah görüyordum.
"Selam, Hoseok." belkide dünyanın en saçma konuşmasıydı. Ne dediğimi onu incelemekten bilmiyordum. Kahretsin ki, çok güzeldi.
"Burada ne işin var? Kötü bir şey mi oldu?"
Bir iki adım atıp yanına gidince, komple bana odaklanmıştı. Dudaklarımın ve boğazımın kuruduğunu hissetmiştim, dudaklarımı dilimle ıslattım.
"Hayır, sadece sana bakmak için gelmiştim."
Kaşlarını yukarı kaldırarak bana bakınca, bir an kendimi sorguladım. Ona çok mu kaba davranmıştım? Fazla mı terslemiştim? Gözünde kalpsiz falan mıydım? Neden bilmiyorum ama, kalbim kırılmıştı.
Yerin altına çukur kazıp orada kalmak istememe sebep olmuştu.
Ardından dudaklarında bir gülümseme peydah oldu ve ben, kendimi tebessüm ederken buldum.
Kırmızı saçlı Hoseok etkisi.
"Bekleme salonunun yerini öğrenecektim." dememle elimden tutup çekiştirmeye başladı. Ayaklarım giderken, kendimi sorguladım.
En fazla bir ay, bir ay önce biri kolumda biri tutsa peşinden gider miydim? En basitinden Woo Jin, sağlam kalır mıydı bana bu hareketi yapsa?
Dudağımı ısırdım, fazla bunları düşünmek çözüm yolu değil, bana köstek oluyordu. Anı yaşamaya karar vermiştim, hastaneye girmeden önce.
"Bekleme salonu altıncı kat."
Altı?
Beşten sonra gelen sayı hani? Ah, merdiven bulmalıydım.
Hoseok beni arka taraflara sürüklerken sadece peşinden ilerliyordum. İçimden ise merdivenleri görmek için yalvarıyordum. Altı kat merdiven çıkmak beni fena halde zorlayacaktı ama dayanabilirdim sanırım.
Asansöre binmektense.
"Gel, asansör bu tarafta."
Kolundan tutarak durdurdum, "Hoseok." diye ılımlı konuşurken bana bakmıştı. Terslik olduğu anlamıştı sanırım, kaşları hafif çatılmıştı. Kabul etmem gerekirse, böyle yakışıklı gözüküyordu.
"Merdivenlerden gitsek olmaz mı?"
"Altıncı kata mı? O kadar merdiven çıkıp yoğun bakımda yerini mi garantileyeceksin? Zaten rengin atmış." homurdanarak konuşunca dudağımı ısırmaktan başka bir şey yapamadım. Köpekten korktuğumu biliyordu, bunu da söylesem pek sorun olmazdı.
Sanırım.
"Hoseok, korkuyorum. Ben asansöre binemiyorum da." Kafasını iki yana sallayıp gülerken, cidden güldüğünü görmüştüm. Bu bahsettiğim şey, gözlere ulaşan ışıltıdan ibaretti.
Bir süredir yoktu da.
"Ben seni koruyacağım." derken cidden beni önemsediği için mi böyle söylemişti yoksa altı kat merdiven çıkmak istemediği için mi söylemişti, tereddütte kalmıştım. Asansörün önüne gelmiştik ve Hoseok ben ne kadar ısrar edersem edeyim, tuşa basmıştı.
"Beni asansörden nasıl koruyabilirsin? Lütfen bunu bana açıkla." asansörün kapısı açıldığında arkama geçip beni iteklemesiyle kendimi asansörde bulmuştum. Şu hayatta, hatta yaşadığım dört ay içinde sürekli olarak sevmediğim şeyler başıma gelmişti ve şu an hala da geliyordu.
Dudağımı dişlerimin arasına aldım.
"Açıklama mı istiyorsun?" dedikten sonra mafya babasının tehdit içeren gülüşünü yaptı ve boş asansörde yakınıma geldi. İki elini kolumun yanından asansörün kabinine doğru uzatıp beni aynı köpeklerden korumak için yaptığı gibi kenara sıkıştırdı.
Bakış açımda sadece Hoseok'un kalp şeklindeki rengi gitmiş dudakları vardı. Eh, bu da aklımı tamamen dağıtmıştı.
"Açıklama diyorduk." dememle biraz daha yaklaştı. İstemesizce, kuruyan dudaklarımı yalamıştım. Derin nefes alma isteğimi dibimdeki Hoseok engelliyordu. Gözlerim hafiften kapanıyordu, ellerimle arkamdaki tutunma yerinden destek aldım.
"Açıklama olarak, dikkatini dağıtabilirim." rengi gitmiş dudaklarını yukarı kıvırdığında, nedense bu yakınlaşmadan rahatsız değildim.
Hoseok bende bazı şeyleri, izin almadan kolayca değiştirebiliyordu. Ve bu bana artık rahatsızlık vermiyordu.
Kokusu beni yavaştan mayıştırırken, asansörün 'tık' sesini duymuştum. Benden uzaklaşan Hoseok, elimi tutarak ve beni yönlendirerek bekleme salonuna sokmuştu.
Açıkçası, ben hala o yakınlaşmanın etkisi altındaydım.
"İki haftadır hayatım burada geçiyor. Evime hoşgeldin de diyebilirim."
Canımın yandığını ve içimde sızıların oluştuğunu hissetmiştim.
"Annenin durumu nasıl? Bir gelişme var mı?"
Koltuğa oturduk, bana doğru dönerek kafasını koltuğun dayanma yerine yasladı, aynı şekilde bende yaptım. "Bilmiyorum." derken, kullandığı ses tonundan bile belirsizlik belli oluyordu.
"Durumu?"
"Stabil." demişti gözlerini yavaşça kapatırken. Çok yorgun gözüküyordu, rahatsız etmiş olabilirim diye bile düşünmüştüm.
"Önceden 'ilerleme var' diyorlardı fakat şimdi 'sadece bekliyoruz, beklemede kalın' gibi laflar ediyorlar." derin bir iç çekti.
"Annemi kaybediyor gibi hissediyorum ve yoğun bakıma her girdiğimde onunla vedalaşıyorum. Saçlarını okşuyor ve elini tutuyorum, annem bunu hissetmiyor."
"Hoseok..." diye mırıldanırken elimi omzuna çıkardım ve yavaşça okşadım.
"Biraz uyumak ister misin? Senin için nöbet tutacağım."
"Kendini sorumlu hissetmemelisin, bunun yapmak zorunda değilsin." konuyu yine hoşlantıya getireceğini anladığımdan elimi yanağına çıkardım ve parmaklarımla ovaller çizmeye başladım.
"Bunu herhangi bir şey için değil, canım istediği için yapıyorum."
Gözlerini açıp bana bakınca yüzünde dolaşan parmaklarım da durmuştu. Hafifçe gülümsedi ve gözlerimi kapattı. Uykuya dalmadan önce mırıldandım, duyduğuna kafa salladığında emin olmuştum.
"Ben buradayım Hoseok, iyi uyu."
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfiction❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107