19 | güneşli

1.2K 125 20
                                    

Hava bugün güneşliydi, ılıktı. Parka geldiğim yirmi dakikadan beri sanki tüm dertlerimi bir çantaya doldurmuş ve evde bırakmışım gibi hissediyordum.

Bu, gerçekten güzeldi.

Telefondan takip ettiğim gurubun rastgele bir şarkısını açtım, önüme de evden internetten aldığım tariflerini denediğim yiyecekleri çektim.

Hepsinden yavaş yavaş yerken, başımdaki hasır şapka benim kurtarıcım olmuştu. Saat beş civarıydı ve ben burada ömür boyu kalsam sesimi çıkarmazmışım gibi kalıyordu.

Pek fazla özelliği yoktu parkın aslında. Haftasonu olduğundan genelde ailece gelenler vardı, çocuk seslerini sevmezdim ama bugün pek umrumda değildi.

Üzerimdeki tüm negatif enerji toprağa karışımış gibiydi.

Kolumda baskı hissettiğimde yediklerimi bırakarak kafamı yana çevirdim. En fazla dört yaşlarında bir çocuk bana gülümseyerek bakıyordu. Elleriyle oynuyor, tahminimce de utanıyordu.

Pek çocuk seven birisi değildim ama bu çocuk gözüme çok sevimli gelmişti.

Kafamın yana eğerek gülümsedim, "Evet?" dememle kafasını eğip yanağımı öpmesi bir olmuştu. Neye uğradığımı şaşırmıştım.

Pekala, böyle bir düşüncem yoktu.

En fazla gelir bir şey söyler falan beklemiştim ama öpünce de kötü hissettiğimi söyleyemezdim.

Gözlerimi kırpıştırırken minik parmaklarıyla kalp yaptı.

Elimle yanıma bir kaç defa vurdum. "Yanıma oturmak ister misin?" diye sordum. Bana tereddütle baktığında belinden tutup kucağıma çektim. Yavaşça ayakkabılarını çıkardım ve eline yaptığım çikolatalı keklerden verdim.

Bana bakarak gülümsedikten sonra yanağımı öptü tekrardan, şaşırmadım. Çok sevimliydi ve kızı bile kıskandıracak bir güzelliği vardı. Bu defa bende yanağından öptüm.

"Senden hoşlandım." dedi yarım yamalak. Sırıtmadan edemedim ama aklıma bir anda Hoseok gelmişti. Bir haftadır konuşmuyorduk, görüşmemiştik. Derin bir nefes çektim içime.

Saçma bir şekilde, eksikliğini hissetmiştim.

"Sana kek verdim diye mi?" kafasını iki yana sallarken "Hayır," dedi. Ardından minik ellerini yerleştirdi ve yanaklarıma biraz baskı uyguladı.

"Sen çok güzelsin." kıkırdadım, bacak kadar boyuyla ve yarım yamalak korecesiyle yinede beni mutlu ediyordu. "Sadece güzel olduğum için sevmemelisin," dediğimde kafası karışmış gibiydi.

"Çirkinler daha fazla sevilmeyi hak eder." göz kırparak konuştuğumda "Soo Hee'yi daha fazla mı sevmeliyim?" diye sordu. Kafa sallarken gülümsüyordum. Yanaklarını ısırmak istemiştim. O kadar tatlıydı ki, tüm çocuklara beslediğim ön yargıyı bir kenara atmıştım.

"Şimdi, yanıma oturup benimle müzik dinlemek ister misin?"

Kaşları havaya kalkınca kabul edecek falan sanmıştım ama o, minik sosis gibi kollarını uzatarak ilersini işaret etmişti. "Ama o buraya geliyor." dediğinde bakma gereği duymuştum.

Hoseok.

Altında siyah bir pantolon vardı, üzerinde ise haki yeşiline benzer renk cep detaylı bir tişört. Yakışıklı gözüküyordu, hem de fazlasıyla. Aynı şeklinde bitkin ve üzgün.

Bana yaklaştığında gülümsedi ve yanıma çömeldi, "Selam Hoseok." dedim, güneşten daha çok parlarken bana göre. Kafasını yana eğip gülümsedi.

Zorakiydi, bu belliydi.

"Selam." konuşmayı kısa tuttuğunda yanımdaki çocuğun eline bir tane daha kek verdim. Çok hoşlaştığım minik çocuğun artık yanımdan uçarak gitmesini ve Hoseok ile yalnız kalabilmeyi dilemiştim.

"Noona," diye mırıldandı ve paytak bir hareketle ayağa kalkıp yanağımdan öptü. Bir elinde ona verdiğim kek varken diğer elini bana salladığında gitmek istiyor diye düşünerek hızlı ve dikkatli bir şekilde ayakkabılarını giydirdim.

Şimdi, Hoseok ile kalmıştık.

"Hoseok, aç mısın?" yorgun gözüküyordu ve benim aklıma bir sürü iyi olmayan senaryolar geliyordu. Öncelikle, hayatında fazlasıyla büyük bir sorun vardı. Yoğun bakımda olan annesi.

"Aç değilim, sadece biraz..." derken gözlerimiz buluşmuştu, biraz sustuk ve bakıştık. Gözlerimi kaçırmak ve bakışlarımızı ayırmak istememiştim, kahretsin ki Hoseok'a tutuluyor gibi hissediyordum.

Onun hayatı belirsizdi. Yeni mezun olmuş, diplomasını almıştı. Onu tam olarak tanımıyordum, bildiğim tek şey fakültesi, arkadaşları ve annesiydi.

Hayatına dair nasıl planları olduğunu bilmiyordum. Bana benden hoşlandığını söylemişti ve belkide sorumlu hissetme demesine rağmen kendimi sorumlu hissettiğim için yanına gitmiştim ya da bu kadar ilgilenmiştim.

Bilmiyordum, kahretsin ki bilmiyordum.

Ne hissettiğimi, ne yapmam gerektiğini ya da ne tepki vermemi. Düşünebildiğim ya da emin olduğum tek şey, asla yapmadığım hareketleri sadece ona karşı sergilememdi.

Annesi vardı en başta. Yoğun bakımda, hayat savaşı veriyordu. Eğer annesini kaybederse ne yapardı, büyük bir soru işaretiydi. Gider miydi buradan?

Ya da kalır mıydı?

Onu buraya bağlayan okuluydu, artık o da yoktu. Hayallerine mani olmak istemiyordum, bu bileğine demir bağlayıp suya atmak gibi bir şeydi.

Ya da benim için en önemlisi, cidden hayatında neredeydim?

Başıma bir ağrı girdiğini hissettim, kafamı yere eğdim hafifçe. Düşüncelerim mi ağır gelmişti emin değildim, gitmek istemiştim aniden.

Zaten hayatı boyunca kendiyle çelişen bir insandım. Bu bana garip gelmiyordu. Bazı şeyler yolunda gitse bile kendi kendime tepetaklak edebiliyordum.

Tıpkı, şimdi yaptığım gibi.

Bu yüzden Hoseok, "Başımı dizlerine yaslayabilir miyim?" dediğinde, saçma sapan bir bahane uydurmuş ve parkı terk etmiştim.

Onun bana ihtiyacı vardı o an, benim de silkelenmeye. Bencil bir insandım ama geleceğe yönelik bir karar vereceksem eğer ondan uzaklaşmalıydım.

Çünkü onun yanında mantığım kendini arka plana atıyordu.

Kendimle yüzleşmeye cesaretim yoktu, bende en iyi yaptığım şeyi yapmış, ondan cevapsız kalan tüm sorularımla beraber kaçmıştım.

Üzgünüm, Hoseok.

*

destiny | hoseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin