Hava bir türlü aydınlanmayacak gibiydi. Her her siyahtı. Yine yabancı bir yatakta uyanmıştı. Dudaklarında bir gece öncesinin buruk tadıyla terk etti odayı. Kaçıncı kez karmıştı bedenini yangınlarla, kaçıncı kez sönmüştü başka tenlerde? Sessizce toparlanıp sokağa attı kendini. Bilmem kaçıncı yoksunluk sabahına daha merhaba demişti işte yine. Eve vardığında hala karanlıktı hava. Banyoya attı kendini. Saatlerce suyun altında öylece kalabilseydi keşke. Havluyu beline sarıp aynadaki buharı sildi.Yine elleri geniş göğsünde dolaştı ıssızlıkta dolanır gibi. Ne çok yapar olmuştu bunu ayna karşısında Lâl'i düşünürken. Kanayan yaralarına dokunur gibi dokunmuştu yine kendine. Oysa elleri kadına kavuşmak istiyordu. Dağıtmaya çalıştı kafasını. Kirli sakallarını ovaladı. Havluyu hırsla çekti bedeninden ve giyinmeye başladı. Havaya ve ruhuna uyum sağlamak istermişçesine siyah giyindi. Çantasını topladı, kediyi besledi ve çıktı evden. Araba sürmek istiyordu bu sabah. Sonsuz, hiç bitmeyen bir yolda direksiyon sallamak istiyordu. Siyah araca yaklaştı, kapıyı açtı ve tuhaf bir dinginlik ile oturdu araca. Yolu uzatmak istiyordu bugün. Hiç gidesi yoktu ofise ama en önemli toplantı vardı bugün. Aylarca yapılan çalışmanın sunumu vardı. El mecbur gidecekti o toplantıya.
Köprüyü geçerken yavaşladı. Sabahın erken saatinde ve gece çok geç saatlerde şahane bir kadın gibiydi İstanbul. Büyüleyici... Baş döndürücü... Göz kamaştırıcı...
''İstanbul bana hep seni hatırlatıyor.
Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.Hala, gülümseyen bir lale gibi
bana sürgününü gönderiyorsun
dört yanı çevrili bir kale gibi
ne bir umut ne de sır veriyorsun.Gemiler gidiyor, sen gidiyorsun
sulara yansıyor yeşil gözlerin
hüzün dalga dalga, ıssız ve derin
beni İstanbul'a terkediyorsun.Sensiz ne şehrayin, ne deniz kalır
gidersin, harabe olur İstanbul
martılar göç eder; sular alçalır
kendini çöllerde bulur İstanbul''....Demişti Nurullah Genç. Ama geri kalan saatlerde ise darmadağın, yarası kapanmayan, ırzına geçilmiş bir zavallıydı bu şehir.
Kulakları radyoda çalan müziğe daldı sonra. Derinlerinde buldu kendini kadının. Görmek, beraber olmak, kokusunu içine çekmek çok güzeldi belki ama düşlemek bambaşkaydı.
Ofise vardığında hala çok erkendi. Mutfağa geçip bir kahve hazırladı kendine ve odasına geçti. Masanın üzerindeki objeye gitti eli istemsizce. Lâl hediye etmişti iş değiştirdiğinde. Usulca yerine bıraktı bibloyu. Bilgisayarını açtı ve kahvenin tadını çıkarmaya başladı.
Ofis yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. Sabah mahmurluğunu atan ofis büyük toplantıya hazırdı. Ve kadın tüm güzelliği ile odayı doldurduğunda Arda'nın içi ürperdi. Tüm gözler büyülenmişcesine ona bakıyordu. Duble paça siyah pantolonun üzerine fıstık yeşili V yaka, ince bir kazak ve tabiki topuklu ayakkabı yerine klasik Oxford model bir ayakkabı giymişti. Sert görünmeyi tercih etmişti yine anlaşılan. Sunumun büyük yükü onun üzerindeydi ve katılımcıların tamamının erkek olduğu düşünülünce mantıklıydı bu erkeksi duruş. Yani iş dünyasında erkeklerle rekabet eden kadınlar klubünün bu tuhaf oyunu bir biçimde çalışıyordu işte.
Yine parlamıştı kadın. Kalem sat desen satamayan bu kadın, iş fikir satmaya gelince devleşiyordu. Oysa olmayan ve ortaya çıkmayan bir şeyi satmak daha zordu. Tam Lâl'e göreydi işte olmayanı oldurmak. Hayranlık dolu bir bakış ile sarmaladı kadının mevcudiyetini.
Şahane geçen sunum ve müşterinin onayı ile bayram gelmişti ofise. Günlerden cumaydı ve işler yolundaydı yani. Hep birlikte kutlamaya karar verdiler. Çabucak yapılan plana göre mekan belirlendi. Sherwood'da buluşacaklardı. İstanbul'un görece kaliteli mekanlarından biriydi. Lâl yüzünü ekşitmişti 'akşam kutlayalım!' dediklerinde ama mızıkçılık da yapmadı. Sevmezdi böyle alengirli akşam eğlencelerini. Ancak dinamiği bozup insanları huzursuz etmek ve şimşekleri çekmek istememişti belli ki. Üstelik ertesi gün de doğum günüydü.
"Akşam birlikte geçelim mi? Seni evden alırım" dedi usulca kulağına eğilip. "Olabilir" dedi kadın. Yine bakmamıştı gözlerine...
Sabahki tuhaf hava hala dağılmamıştı İstanbul'da ve yağmur atıştırıyordu. Yaşasın! eve kadar harika bir trafik olacak demekti bu. Olsun bugün arabada olmak ayrı bir keyif veriyordu. Yakındaki kahve butiğinden en sevdiği büyük boy kahveyi de aldıktan sonra uzun İstanbul trafiğine hazırdı. Telefonunu arabaya bağladı ve müziği başlattı. Harika bir jazz parçası çalmaya başladı; Louis Armstrong-Dream a Little Dream of Me.
Kahve güzel, müzik güzel, trafik berbattı. Yola koyuldu...
Eve tahmininden erken varmıştı. İstanbul da bi tuhaftı işte. Hep saçma sürprizler yapardı bu şehir. En azından evde huzurla vakit geçirebilecek vakti olmuştu.
Banyoya girip suyun altında kaldı bir süre cebindeki kelimelerle. Hızlıca bir şeyler sipariş etti yemek için. Kediciği beslemiş miydi? Kontrol etti ve kendi yemeği için beklemek üzere salona geçti. Sehpanın üzerindeki şiir kitabına takıldı gözleri. Usulca aldı kitabı eline incitmeden şiirleri ve rastgele bir sayfa açtı.
Bir kadının dudaklarında değildir aşk.
Bedeninde hiç değildir.
Aşk kadının göz kapaklarındadır.
Kadın, göz kapaklarında saklar o adamı.
Ne kadar yanarsa yansın canı, ağlayamaz bazen.
Sımsıkı yumar gözlerini.
Adam hep orda kalır.
Kadın, asla bırakmaz adamı.
Kadın, asla vazgeçmez ondan.Tüm şiirler ona yazılmıştı sanki. Sahi Lâl de göz kapaklarında mı saklıyordu aşkı?
Kapı zili böldü düşüncelerini. Yemek gelmişti. Hızlıca atıştırdı ve odasına geçti giyinmek üzere. Yine siyahlara bürünmek geldi içinden. Gizemli çizgi roman kahramanı gibi hissetti kendini. Siyahlar içinde şehrin kötülerle mücadelesinde baş kahraman. Aslında süper Kahramandan çok mafya liderlerine benziyordu siyahlar içinde. Saçma sapan gülümsedi aynaya bakarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LÂL BİR HAYAL... (Tamamlandı)
Ficción GeneralBİR BEYAZ YAKALI HİKAYESİ... Arda'nın tutku dolu dünyasına girmek üzeresiniz. Gerçi o dünyada tek bir kişi var ama siz yine de girin bakalım neler olacak? Siz Arda hakkında ne düşüneceksiniz, ne hissedeceksiniz? Bir adamın kendi ve bir kadına ola...