Bölüm 4

1.9K 235 822
                                    

O sebebini bir türlü bulamadığı, anlamlandıramadığı belirsizlik içinde sayısını unuttuğu şirket toplantılarından birine daha gidiyorlardı.

Cemre düşecek yer arıyordu şehrin betonları arasında. Bahar gelecekti. Lâl'in en sevdiği yeşil tonuna bürünecekti ağaçlar. Canlı, taze, parlak yaşam dolu bir yeşile döneceklerdi hepsi bir süreliğine. Sonra o yeşillerde hayatın akışına katılacak kaybolup, yıpranacak, sahipsiz kalacaklardı. Su yolunu bulurdu da nasılsa, Arda bulur muydu bilemiyordu.

Camlara vuran o karaktersiz yağmur damları ile kendine geldi tekrar. Dağınık düşüncelerinin kurumsal hayata dönme vakti gelmişti. Otobüs otele giriş yapmıştı. Programa göre odalara yerleşecek ve gala yemeğine ineceklerdi. Oscar törenine katılacaklarmış gibi kıyafet zorunluluğu getirilmişti yemek için. İnsan kaynaklarının tuhaf işlerinden biri daha sahnedeydi işte. Herkesin olduğundan farklı görünmesi ve 'şık' olması gereken, sıkıcı yuvarlak masa düzenindeki yemeklerden biri olacaktı. Üstelik herkesin farklı birimlerden insanlar ile oturmaları gerekiyordu. Yani yine sıkılacaktı çünkü ekip arkadaşları hariç anlaşabildiği az insan vardı şirket içinde. Üstelik Lâl başka masada olacaktı konumu gereği. Hepten canını sıkmıştı bu iş. Saatler bir türlü geçmeyecekti anlaşılan. Ecel gibi bir gece vardı önünde. Hazırlanmaya başladı vakit kaybetmeden.

Banyoya girince aynaya takılıp kaldı gözleri. Kirli ve kızıl sakalları ufak ufak beyazlaşmaya başlamıştı. Kızıl sakallarını hiç kesmemişti o günden sonra. Lâl ona yakıştığını söylediği günden beri. Sahi bir türlü duygusunu anlamlandıramadığı kadın için mi sakal bırakmıştı o günden sonra yoksa boş vermiş ve kaybolmuşluğunu hatırlamak için mi sakal bırakıyordu? Hatırlayamadı. Gözlüklerini çıkardı ve elleri ile yorgun sandığı gözlerini ovuşturdu. Bir türlü ayrılamadı aynanın başından. Yine anlamsızca kaybolup gitti gördüğü resmin içinde.

Çalan cep telefonunun sesi ile fark etti ki çoktan aşağı inmiş olmalıydı. Arayan departmanın en junior elemanıydı. Telaşla "Abi nerdesin yahu. Sahne mi alacaksın akşam? Nedir bu? Bitmedi bir türlü süslenmen. Hadi çabuk ol başlıyoruz demlenmeye" diyordu. "Tamam şimdi iniyorum" dedi telefonu kapatırken.

Sadece bir kere, abisinin nişanında giydiği smokinini geçiriverdi üzerine alelacele. Beyaz, ata yaka gömleğinin üzerindeki papyonu bağlayamadı bir türlü. Oldum olası bağlayamazdı papyon. Zaten çok sık da ihtiyaç duymuyordu papyon takmaya. Acaba Lâl papyon bağlamayı da biliyor muydu? Lâl olur olmaz, gerekli gereksiz her şeyi arar, bulur, öğrenirdi. Ondan öğrenmişti James Bond'un neden çift sıfır yetkili ajan olduğunu bile. Gülümsedi keyifle. Ne çok ve tuhaf şey yaşamıştı bu kadınla. Her anından keyif alsa da bir türlü istediği yerde tutamıyordu Lâl'i. Ama Lâl istediği yere çekiveriyordu onu.

Üniversitedeki kız arkadaşları geldi aklına. Farklıydılar. Aslında hepsi aynıydı, farklı olan Lâl'di. O kadar tuhaftı ki zaman zaman küçük siyah Erzurum taşlarından yapılma teşbih bile çektiğini görmüştü Lâl'in. Keskin dilini törpülemek için ellerini meşgul ettiğinden tesbih kullandığını söylemişti kadın. O zaman şu tuhaf stres çarkları yoktu tabi. Babadan kalma tesbihler devreye girerdi kendimizi tutmak istediğimiz anlarda. Lâl plaza dili ile konuşmadığından daha doğrusu konuşmak istemediği zamanlarda kullanırdı bu tesbihi. Hani şu meşhur "politically correct" olma durumlarında. Kendini dizginlemenin yolunu böyle bulmuştu demek ki. Ama Arda Lâl'in elinde ne zaman tesbih varsa sinirli ve gergin olduğunu bilirdi. Kimselere de çaktırmazdı durumu. Sanki aralarındaki kutsal bir sırmış gibi değer verirdi buna. Yine canının cayır cayır yanmaya başladığını hissetti. Burnu sızladı. Toparladı kendini ve aşağıya inmek için odadan çıktı.

LÂL BİR HAYAL...  (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin