1. Bölüm

50.5K 1.1K 400
                                    



Stajdan dönerken mahalledeki kalabalık dikkatimi çekti.

Bu kalabalık pek hayra alamet değildi ama hadi bakalım.

Bayırı çıkıp merdivenlerin başına geldiğimde babam, amcam ve Dursun abiyi gördüm. Aslında durumu az çok tahmin ettim.

Büyük ihtimalle yeni bir Ediz ve Mehmet vakasıydı.

Annem ile yengem beni olay yerine yaklaşırken gördüklerinde annem "İrem! Erken gelmişsin?" dedi tüm o kalabalığın içinden doğru. Sesi sakin geldiğine göre çokta abartılacak bir durum yoktu.

Gözlerim hala Ediz ile Mehmet'i ararken bir yandan da anneme cevap verdim.

"Hmm. Erken bıraktılar. Bugün boştuk."

O sırada filmin başrolleri bir anda gözümü sabah güneşi gibi alıverdi.

Dursun Abi'nin oğlu Ediz ile amcamın oğlu, canım kuzenim(!) Mehmet ağızları burunları kan içinde kaldırıma oturmuş Dursun Abi ile amcama dertlerini anlatıyorlardı.

Bu seferde bu dayağın sebebi Mehmet'in büyük aşkı Gülden'i kıskanma kavgasıysa Dursun Abi ile amcam dayak için hazır olda bekliyorlardı. Aslında şöyle güzelce bir silkeleseler çok güzel olurdu. Özellikle amcam Mehmet'in kafasına bir iki kez sertçe vurabilirdi. Şahsi ricam olur!

Annemlere tamamen yaklaştığımda Mehmet'in hararetli sesi kulaklarıma daha net ulaştı.

Amcamın ve Dursun Abi'nin insan öldüren cinsten olan bakışları sebebiyle hemencecik olayı anlatıp hesap kısmına geçmek istiyordu anlaşılan.

"Ya baba! Allah belamı versin Orhan yüzünden dayak yedik! Yoksa biz olaya karışmadan temizcenaz kaçacaktık! Ki zaten kavga çıkmasının suçlusu da biz değildik! Ne bilelim adamların tehlikeli tipler olduğunu!"

Aha! Bu sefer nirvanaya ulaşmışlardı!

Şehirde karışmadıkları bir mafya işi kalmıştı!

Gerçi birbirlerinin telefonlarında 'Çakır'ım' ve 'Can Polat' diye kayıtlı olan ikiliden ne beklenirdi ki?

Bunlar kesin arada bir sahile gidip 'Ulan ne güzel İstanbul be!" de diyorlardır. Hem de Zonguldak merkezde.

Neyse. En azından bu replik burada eskimez. Aynı Zonguldak gibi. Zonguldak yıllardır değişmeyen bir şehir olduğundan yetmiş sene önce neyse yetmiş sene sonra da o. Yenilenmediği için eskimiyor da.

Ancak bu olumsuzluğun yanında büyük şehirlerin soğukluğunu da içinde barındırmıyor. Yıllardır bitmek bilmeyen samimi komşuluk ortamı burada hala devam ediyor.

Bu arada bu eski samimi ortam derken şehrin mimarisini bir kenara bırakıyorum. Zonguldak'ta yol kenarına yapılan alışveriş merkezleri dışında cidden her şey eskisi gibiydi. Yetmiş sene önceki sökük kaldırım taşının hala sökük olması gibi...

Samimi ortam derken de bizim memleket Kastamonu'luların bir yarısı İstanbul'da, diğer yarısı ise burada Zonguldak'ta olduğundan dolayı da olabilir bu samimiyet. Eskiden kalma tanıdıklıklar yani.

Benim büyük dedemde diğer köylüleri gibi Kastamonu'dan gelmiş ve buradan ev almış. Tabi İstanbul'da da evi varmış. Babamları ve halamı evlendirincede onları evlere yerleştirip kendisi memlekete, Kastamonu'ya dönmüş.

Halam kocası ile İstanbulda oturuken dedem de buradaki apartmanı amcamla babama bırakmış. Amcamlar, yani Mehmetler çatı katında oturuyordu. Bizde alt katlarında. Alttaki iki katta ise senelerdir tanıdığımız Gülay Abla ile Necmettin Abi oturuyordu.

Kaldırım SerçesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin