(Her cumartesi yeni bölüm yayınlanmaktadır. Takipte kalınız efendim! ) *Yarın hastanede olacağım için ben erkenden paylaşıyorum. Haydi keyifli okumalar herkese! 🙋
2. Bölüm
Öğle yemeğine kadar Blackey Parker'ın rahatsız edici ilgisinden uzakta, umutsuzluğumun güvenli kolları arasındaydım. Parker kardeşlerin etrafı hayli kalabalıktı. Benim pek cana yakın okul arkadaşlarım onlara merhaba demek için sıraya girmişlerdi adeta. İğrenç! Bari bir hoş geldin pastası da keselim, ne dersiniz millet? Küstahlıkları yeterince sinir bozmuyormuş gibi şimdi bir de popüler ettik kendilerini.
Bu ilgi ve sevgi selinden memnun olan taraf Blair'dı. Gülücükler saçarak Kanada maceralarını anlatıyordu herkese. Evet, buraya Kanada'dan gelmişlerdi. Bir başka soğuk iklimden... Oradaki okullarından ve katıldıkları etkinliklerden bahsederken güzel yüzü ışıldıyordu. Black cephesi ise pek konuşmuyordu. Sorulan sorulara cevap verip geçiştiriyordu kızları. Canı bir şeye sıkılmıştı sanki. Düşünceli görünüyordu. Derdi neydi? Okulu mu beğenmemişti? Dişine göre bir kız mı bulamamıştı? Zengin kolejlerinden eksiği yoktu buranın ama geldikleri yerdeki ultra lüks imkanları mı aramıştı gözleri? Böyle bir ilgiye burun kıvırması büyük kabalıktı doğrusu. Pekâlâ, kabul ediyorum ki teorilerim fazla ön yargılıydı ama kendime hâkim olamıyordum işte. İçimde ona karşı tutkulu bir öfke, dumanı tüten bir kızgınlık, saç baş yolduran bir agresiflik vardı. Ne yapsa hiddetleniyordum. Gamzelerini göstererek Erica'ya gülümsediği için, hiç çaba harcamadan bütün okulun takdirini kazandığı için, bana durmadan sebepsizce baktığı için hatta iki göze bir buruna ve bir ağza sahip olduğu için bile öfkeleniyordum ona! Bu yeni durum hoşuma gidiyordu aslında. Öfkeli olmak, umutsuzca ağlamaklı olmaktan çok daha iyiydi. En azından daha asildi.
Yemeğimi yarım bırakıp -ki sadece birkaç kaşık sebze çorbası içebilmiştim- tepsimi alarak ayağa kalktım. Parker'ın bakışları lazer etkisi gibi onlarca kişiyi geçip nokta atışıyla gözlerime saplandı. Tuhaf bakıyordu. Alaycı, ukala ya da sinir bozucu değil, tuhaf. Bana bir şey anlatmak istiyordu sanki. Ama iyi bir ruh okuyucu değildim, hatta imaları ve kinayeleri bile güç bela çözerdim. Bir şeyi doğrudan söylemediğiniz sürece çıkarımda bulunmam çok zordu. Her zaman açıklıktan, dobralıktan yanaydım.
Anlam veremediğim göz kontağını baltalayan ben oldum ve midemi kısa süreliğine de olsa sıcak tutan çorbamı yemek servisi yapılan yerin hemen yanına bırakıverdim. Şimdi cesaretimi toplayıp ileri doğru koca bir adım atma zamanıydı. Bunu yapabilirdim, evet. Kesinlikle. Yapmak zorundaydım. Başka çarem yoktu. Paraya ihtiyacım vardı.
Rahatlatıcı telkinlerimle meşgulken Bay Campbell'ın odasına ne zaman vardığımı fark etmedim bile. Terleyen ellerimi kotuma silip kapıyı çaldım. Bay Campbell öğle yemeklerini genellikle odasında yerdi. Bugün de öyle yapmasını umuyordum. Aksi halde bir daha cesaretimi toplayabilir miydim bilmiyordum. Ve beni doğrular nitelikte, Bay Campbell içeri girmem için seslendi.
Odası, okulun en mütevazi çalışma alanıydı. Küçük, sessiz, sade ve karanlık. Pencerenin yanında bir masası vardı. Üzeri kâğıt tomarları ve öğle yemeği lekeleriyle doluydu. Bir de dolabı vardı kapının yanında. İspanyolca romanlar, bir iki sözlük ve çeviri metinler... Misafirlerini ağırladığı deri bir tekli koltuk dışında da demirbaşı yoktu.
Beni görür görmez şaşkınlıkla iç geçirdi.
"Bayan Flores!" Ah, yine şu yüksek desibel! Ona 'Lütfen bağırmayın ben işitme duyumu değil yaşama sevincimi kaybettim.' diyebilmek isterdim. Ama dilimi tuttum. Çünkü muhtemelen bu sözüm, Bay Campbell'ı çok üzecekti. Her doğru her yerde söylenmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Teen Fiction"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...