(Bölüm sonunda buluşalım canlar. Minik bir sohbetimiz ve bol bol Blackey görseli olacaktır. 😉💜 Haydi keyifli okumalar. Bu arada medyaya bu bölümü yazarken dinlediğim nefis bir melodi bırakıyorum. Özellikle baş kısımlarını onunla okursanız belki size de daha iyi geçer anlattığım duygular. Normalde bağlandığım müzikleri başkalarıyla paylaşmayı sevmem. Bende kalsın isterim çünkü kimse benim onda bulduğum tılsımı bulamaz gibi gelir. Ancak burası istisna. Siz benim hayal dünyamda gezer, zihnimin sokaklarında yürür, kalbimin köşesinde konaklarsınız. Bu sebeple ne sunsam az kalır diyor ve ismini bırakarak gidiyorum: Evelyn Stein ~ Quiet Resource)Ufuk Çizgisi 30. Bölüm
"Gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir."
~ Küçük Prens ~
Şimdi beni yüreğinin penceresinden seyreden, ela gözlerinin onu yanıltmasına müsaade etmeyen, her durumda elimden tutup dimdik yanımda durabilen biricik şövalyeme ihtiyacım vardı. O yokken eksiktim, yarım bile değil paramparçaydım. Bana kim olduğumu hatırlatması kendime gelmeme yetecekti sanki. Adımı dudaklarından duysam, bitecekti bu esaret. Ben yine o güçlü kız olacaktım. Sonunda kendime rastlayacaktım içimde bir yerlerde.
Fakat Blackey yüzümü görür görmez kollarıma atılmadı. Beni sıcaklığına kavuşturmadı. Filmlerdeki gibi coşkulu bir kucaklaşma da yaşanmadı aramızda. Gerçek hayat hep bir tokat sertliğinde değil miydi zaten?
Önce neler olup bittiğini kavramak istiyordu sanırım. Ona bu konuda hak vermem gerekiyordu. Bir şey -muhtemelen merak ve şüphe- tuttu sevgilimi güzel bileklerinden. Bir sarmaşık gibi sarılıp sabit tuttu onu olduğu yerde. Gözleri önce bulunduğumuz salonu taradı: Yerdeki kilime, kitaplığa ve koltuklara baktı. Orta sehpadaki kirli tabaklar ve dibinde minik kırmızı gölcükler bulunan kadehlere gelince kaşları huzursuzca birbirine yaklaştı. Parmak uçlarımın uzanıp öpmek isteyeceği derin bir çizgi oluşturdu alnında. Neler düşündüğünü tahmin edebiliyordum: Kız arkadaşım kaçırıldı ve günlerdir ortada yok. Onu elleri ve ayakları bağlı halde bulabilirdim, belki hafifçe tartaklanmış olurdu ya da korkup bir köşeye sinmiş vaziyette beni beklerdi. Ama bu durum... Bir kutlama gecesinin sabahında ben onları rahatsız etmişim gibi bir karşılama...
Açıklayabilirim, gerçekten açıklayabilirim, göründüğü gibi değil, çığlıkları sırasıyla yükseldi içimden. Evet bunlar dünyanın en klişe kurtulma cümleleriydi ama elimden daha iyisi gelmiyordu doğrusu. Ne diyebilirdim ki? Ona yaşadığım duygu harbini, hücum ve savunmalarımı, zalim komutanın teslim bayrağını sallayışını nasıl izah edebilirdim? Ben bu evde gerçek bir yaşam mücadelesi vermiştim. Fiziksel olarak değil belki, ama duygusal olarak mutlak bir savaştı bu.
Nihayet bakışları yavaşça bedenimde gezinip gözlerimi bulduğunda dünyam duruverdi. Beni sona saklamıştı. Çünkü göz göze geldikten sonra ne o ne de ben başka bir yere odaklanabilirdik. Bu kilit anını hissetmiş gibi derin bir nefes alarak yutkundu. Korktuğunu biliyordum. O da benim heyecandan ölmek üzere olduğumun farkındaydı. Biz sözcükler olmadan da anlaşabilen çiftlerdendik. Üstelik ilk kez bu kadar uzun süre birbirimizden ayrı kalmıştık ve... Ve? Tanrı'm! Blackey... Sana ne oldu böyle?
Elbette onu bıraktığım gibi bulmayı beklemiyordum. Üzerimizden günler ve geceler akmış, yepyeni yaralarımız açılmış, asırlara bedel saatler yaşamıştık ayrı şehirlerde. Yine de ışıltılı gülüşü, muzip bakışları ve her daim insana kuvvet veren sağlam duruşu olmadan onu hayal etmek benim için imkansızdı. Karşımdaki Blackey biri ışığını söndürüp içindeki havayı boşaltarak sokak kenarına fırlatmış, üstüne bir de tekmelemiş, tüm hıncını ondan almış peluş bir oyuncak gibiydi. Hala sevimli, hala sıcacık fakat ölesiye cansız, ıssız, terkedilmiş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Teen Fiction"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...