Giriş
Bir insanın kendisi için yapabileceği en güzel, en umut verici şey hayal kurmaktır. Düşlemektir belirsiz geleceği. Ve hiçbir düş, gerçekleştiğinde hayallerdeki kadar tatlı gelmez insana. Defalarca kez zihninde piyanonun tuşlarına basan kız öyle mutludur ki ihtiyacı olan sahici bir piyano değildir artık. O çoktan arınmıştır beden yükünden. Silkelenmiştir. Kuş gibi hafiftir şimdi. Parmakları çılgınca dans ediyor, ruhu notaları kana kana içiyordur. Anlatamazsınız ona doğruyu yanlışı. Akorttan, detoneden, maddî alemin kurallarından bahsedemezsiniz. Dinlemez sizi. İstese de duyamaz ki. Uçmuş gitmiştir bizim kız. Ah, bizim deli kız. Uç uçabildiğin kadar. Sakın durma. Hiçbir şey hayallerimizdeki kadar güzel olmayacak, unutma. Yum o güzel gözlerini. Gelme buralara. Buralar kötü. Buralar yangın yeri. Sıkıştık kaldık bu gezegene biz. Sen iyisi mi ufukta bekle bizi. Güneşin doğduğu yerde. Hatta ufuk çizgisinde bekle. Neredesin diye soranlara şöyle söyle:
"Yerle gök arasında, bir yerde..."
"Ne dünyayım tamamen, ne de güneş oldum ben." de.
İnanmazlarsa boş ver. Genelde inanmazlar onlar. Sen kimsenin yürüyemediği o çizgidesin. Ufuk çizgisindesin. Arasalar bulamazlar. Bir bilinmezdesin. Büsbütün kızıl da değilsin, mavi de. Melekler neye boyamışsa gün batımını, öylesin. Bulutları çekmişsin üstüne, keyiftesin. Rüzgâr nefesin olmuş, bize bir şeyler söylemektesin:
"Gelin yanıma."
Geleceğiz güzel kız. Bir gün biz de o çizgide yürüyeceğiz ayağımız takılmadan. Sen piyano çalacaksın bize. Ufuk çizgisinden ayaklarımızı sallandıracağız denizin üstüne. Parmak uçlarımız ıslanacak ama üşümeyeceğiz. Üşümek yok burada. Yanmak yok. İncinmek yok. Adına cennet diyenler olmuş. Biz Ufuk Çizgisi diyelim. Ayaklarımızın yerde, başımızın gökyüzünde olduğu yer. Aklımızınsa asla başımızda olmadığı yer...
Ufuk çizgisi, bu hikâyenin cennetidir.
1. Bölüm
Temmuz, 2010
Annem bu akşam tam beşinci kez saç örgümü bozup yeniden yapmaya başladığında, gerçekten ciddi bir konuda konuşacağımızı anlamıştım. Çünkü ne zaman bana önemli şeyler anlatmak istese saçlarımı eline dolar, beni kendine tutsak ederdi. Hoşuna gitmeyen mevzulardan kaçma eğilimi gösteren bir çocuk olduğumu biliyordu. Fakat şimdi konuşmaya bir türlü giriş yapamıyordu. Açıkçası sessizlikten sıkılmaya başlamıştım.
Boş gözlerle çevreme -odama- bakınırken babamın yeni yerleşim düzeni fikrini yeniden düşündüm. Haklıydı. Burayı ilk kez gören biri gibi incelediğimde gerçekten de ferah dokunuşlara muhtaç olduğunu hissettim: Odam karmakarışık görünüyordu. Kitaplığım, duvara monte edilmiş dağınık çaprazlama raflardan ibaretti. Kimisi, cildinin içinde kurutulan çiçekler gibi sararıp solmuştu. Kimisi de capcanlı görüntüsüyle iştahımı kabartıyordu, bir an önce okumak istiyordum onları. Çalışma masam gün ışığından faydalanabilmem için pencereye yakındı ve üzeri envai çeşit araç gereçle doluydu. Aile fotoğrafımızın bulunduğu pembe bir çerçeve, yeşil elma şeklinde minik bir masa saati, Susam Sokağı'ndaki meşhur karakterin sarı kalemliği ve daha nicesi masamın üzerinde yaşam sürüyordu. Hepsinin nefes aldığını, üzülüp mutlu olduğunu hissedebiliyordum. İşte tam da bu yüzden eskiyen şeyleri çöpe atamıyordum. Yaşlanmış olmaları onları terk etmem için yeterli bir sebep değildi.
Giysi dolabımsa yanarlı dönerli pırıltılarla penceremden gelen ay ışığını yansıtıyordu bu gece. Biraz sıkış tıkış, fazlasıyla şirin, son derece renkli bir odam vardı. Belki babam birkaç yenilikçi dokunuşla hiçbir eşyamı çöpe atmadan burayı daha ferah kılabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Novela Juvenil"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...