Bölümü umarım beğenirsiniz. Ayrıca görsel bulmakta biraz zorlanıyorum. Size Ufuk Çizgisi'ni veya Blackey ile Daisy çiftini anımsatan fotoğraflarınızı bana göndererek bu minnoş yazarcığınıza yardımcı olabilirsiniz. Hepinize keyifli okumalar okurcanlarım! 💕
11. Bölüm
Eldeki tüm verilerle, vicdanımın teşvikiyle ve tarafsızca biliyordum ki, dünya adaletin kol gezdiği bir yer değildi. Eşitlik yoktu, iyiler her zaman kazanmıyordu. Afrika'da adını bile bilmediğim bir kabilede açlıktan ölen çocuklar varken komşu eyalette insanlar obeziteyle savaşıyordu. Birilerinin hak ettiği diğerlerinin boğazında, ne yuttuğumuzu bilmeden yaşayıp gidiyorduk işte. Sahi, ne yutuyorduk? Neler biriktiriyorduk içimizde? Kin miydi yediklerimiz, nefret miydi, öfke miydi? Ve tüm bu sorgulamalar bizi yine oraya götürüyordu. Dünyadaki adalet kavramına. Şimdi o adaleti daha çok önemsiyordum. Çünkü birazdan iyi kalpli, güzel yüzlü bir genç yardımseverlik uğruna kendini ortaya atacaktı. Bu hiç adil değildi. Hem de hiç.
Geç vakitlerde kapımda siyah montunun içinde, kapüşonu kafasında Gecenin Prensi gibi görünen Black ile karşılaşınca heyecanım bir kat daha artmıştı. O hayatıma girdiğinden beri her şey öylesine beklenmedik ve merak uyandırıcıydı ki... Evet, Black siyahtı. Renklerin en karamsarı, en baskını, en gizemlisi, en vaat dolusu... Ama şu sönük dünyamda bir siyah, rengârenk boyalar bulaştırıyordu ellerime.
"İyi geceler, hazırsan çıkalım mı?" dedi darmadağın olmuş saçlarının arasından zor seçebildiğim ela gözleriyle beni süzerken.
"Tabii." deyip montumu kaptığım gibi evden çıktım. Ancak Audi, farlarıyla bana selam çakınca donup kaldım.
"Yürüyerek gideceğimizi sanıyordum?" dedim şaşkın şaşkın. Hangar evime yakın sayılırdı. Okul mesafesinden sonra oraya yürümek benim için çocuk oyuncağıydı.
"Arabaya ihtiyacımız olabilir." dedi Black bana cevaben. Hey, bu ses tonu da neydi böyle? Karanlık ve gizemli bakışları zamanla yumuşadı ama... Aklından ne geçiyordu?
Kibar bir tatlılıkla benim için kapıyı açtı ve Audi'yi bilinmeze doğru sürmeye başladı. Bu gece konuşacak bir şey bulamadı mı yoksa tamamen dövüşe mi konsantre oldu emin değildim fakat yolcuğumuz süratle ve sessizce devam etti. Bazen birbirimize kaçamak bakışlar atıyor, iç çekip mühürlü dudaklarla karanlık yola bakmayı sürdürüyorduk.
Sokak lambaları ardımızda kalırken Evergreen'den ayrılıp şehrin en ıssız bölgesine doğru yol aldık. Buralara kentleşme uğramadığından birkaç baraka ve depodan başka yapı yoktu. Biraz sonra biz de o depoların en heybetlisine ulaşmıştık. Ürkütücü arsada tek katlı, paslanmış demir pencereli, devasa Hangar.
Blackey ile arabadan usulca inip depoya doğru yürüdük. Korkmuyordum fakat ufak bir endişe ve bolca merakla kuşatılmıştım. Dizlerimin titrememesini onun soğukkanlı duruşuna borçluydum. Beni rahatlatıyordu. Yan yana yürürken vücut ısısını hissetmek bile ruhumu okşuyordu.
Eskimiş, sürgülü kapıdan girer girmez pas ve tuz kokusu eşliğinde ucuz bira aroması burnuma doldu. Ayrıca büyük bir kalabalıkla karşılaştığım için epey afalladım. Çoğu liseli gibi görünen bir yığın garip kılıklı, kötü çocuk havası sezilen genç buradaydı. Hepsi dumanlı bakışlarıyla ayrı bir pisliğin içindeydi. Birkaçının yüzü tanıdıktı fakat ortamdaki tek dişi varlık olduğumdan inceleme işini yarıda kestim. Fazlasıyla ilgi çekmiştim zaten. Blackey'e dönüp
"İşte bunu beklemiyordum." dedim ona biraz daha yakın durarak.
"Ben de. Çok gençler, hatta bazıları bizden küçük..." Sesindeki öfkeyi ve hayal kırıklığını sezebiliyordum. Bazı ağaçlar henüz fidanken budanıyordu işte. İçki ve bahis en acımasız bahçıvandı. Kolunu kanadını kırıyordu bu taze bedenlerin.
Cızırtılar içinde yanıp sönen floresanlarla aydınlatılan geniş depo kir içindeydi. Yerlerde cam kırıkları, duvarlarda makine yağına benzer tuhaf kalıntılar vardı. Yayları görünen hardal sarısı bir kanepede oturanlar içkilerini yudumluyordu. Bir iki varilin içinde yanan ateş ambiyans olarak olmazsa olmazdı. Buraya genç ve dinamik, terk edilmiş ve kokuşmuş bir hava katıyordu. Nihayet ortada etrafı paslı tellerle çevrilmiş dört demir direğin oluşturduğu boş bir alan vardı. Zemini zift renginde, çevresi kalabalık, direkleri sağlam görünüyordu. Tel örgülü şiddet yuvası. Kanla kirin karıştığı meydan. Kafes. Hayal ettiğim gibi bir ring değildi. Bu yüzden çok daha korkutucuydu.
Tellere yaslanmış sigara olduğundan şüphelendiğim bir şeyi tüttüren çocuk, buğulu gözleriyle bana baktı. Ben de onun yağ gibi parlayan siyah saçlı, kötü giyimli rezil görüntüsünü süzmeye devam ettim. Sözsüz iletişimimizde birbirimize negatif elektrik yollayıp durduk.
"O kocaman kibirli gözlerinle insanları dikizlemekten vazgeç ufaklık." sesiyle birden sıçrayıverdim. Arkama döner dönmez Richard Turner'ın hafif ukala, neşeden yoksun, tehlikeli suratıyla karşılaştım. Tanrı'm, tanıdık bir yüz gördüğüm için sevinemiyordum bile.
"Ben kimseyi dikizlemiyorum." deyip dudaklarımı büzdüm. Sinirlenmeye başlıyordum.
"Her neyse, vaktinde geldiniz. Birazdan Kuduz Gorki de burada olur." deyip beni geçiştirdi Rich.
"Kuduz Gorki?" Parker şaşkın ve meraklıydı.
"Kuduz, bu geceki partnerin dostum. Yakında onunla tanışırsın." dedi konuşmamıza aniden dahil olan adam. Kazıttığı kafasıyla soğuktan donuyor olmalıydı, üstelik havalı bir giyimi ve sayısız dövmesi vardı. Kemikli ve deforme olmuş yüzü, pek iç açıcı değildi. Mavi gözlerine birkaç saniyeden fazla bakmak beni tedirgin etti, kafamı çevirmek zorunda kaldım.
"Ben Kemik, dövüşleri organize eden kişi." Nihayet kendini tanıtabilmişti, bizden en fazla birkaç yaş büyük görünüyordu.
"Bu gece için bol şans dilerim. Ve kendine bir takma ad bul." diye ekleyip yanımızdan ayrıldı. Bana göz kırpmasını yok saydım. Midem bulanmıştı.
"Bu da neydi şimdi? Blackey'i kuduz biriyle mi-"
"Beynini fazla zorlama tatlım, elbette herif kuduz değil. Bu onun lakabı." diyerek sözümü kesti Turner. Lakabı kuduz olan biri mi? Ah, olamaz. Sakin ol Daisy, sakin... Başka bir şey düşün.
"Senin lakabın ne?" Birden Richard'ınkini merak ettiğimi fark etmiştim.
"Kum torbası. Yumruklardan pek sakınmam." Şaşırmamıştım. Richard sağlam bir kum torbası olabilirdi.
"Seninki de Şövalye olsun. Bu cesaret dolu centilmenliğe aksini yakıştıramam." dedim Blackey'e. Beni şu spot ışıklı, göz kamaştıran gülümsemesiyle ödüllendirdi. Burayı ısıtan varillerdeki ateş değil, onun gülüşüydü artık.
Richard ise kahkahalarla gülmeye başladı. Şövalye onun alay malzemesiydi elbette.
Kuduz Gorki olduğunu tahmin ettiğim adam içeri girmeseydi gülmeye devam ederdi. Ancak şimdi tek yaptığı herkes gibi o tek noktaya odaklanmaktı. Kuduz Gorki'ye. Kapının önünde tüm heybetiyle dikiliyordu. Saçları ve bir tutamlık sakalı kızıla yakın, gözleri çamur tonundaydı. Güzel yüz hatları, beyaz teni morluk ve eziklerle kusursuzluktan uzaklaşıyordu. Duruşu kaya gibi sarsılmazken bakışları sıkılgan ve sabırsızdı sanki.
"Onu gözlerinle içtin, bebeğim." Richard bana takılmadan edemedi. Yüzümü buruşturarak
"Kapa çeneni sersem! Gözlem yapıyorum burada." dedim.
"Bize onun hakkında bilmemiz gerekenleri söyle." Blackey de son derece ciddi duruyor, belli ki Gorki'yi tartıyordu aklında.
Sadece bizim duyabileceğimiz şekilde konuşmaya başladı Richard. Bu sırada Gorki de Kemikle selamlaşıyordu.
"Adam buralı değil, Kansas'tan geliyor o yüzden fazla vakti yok. Birazdan yerini alır. Acele etmeyi sever, işi uzatırsan onu gerçekten kızdırırsın. Bir iki dövüşünü izlemiştim, sakın ağzını sana yaklaştırmasına izin verme. Isırırsa sonuçları feci olur. İnsan etine karşı bir zaafı var diye duydum. Ya da belki paralel evrendeki yansıması bir pitbulldur." Richard bile kendi esprisine gülmedi. Isırma konusunda şaka yaptığını bilsem de,
"Nasıl bir dövüş bu?" diye itiraz ettim. Ben her yerde adalet isterdim, kafes dövüşlerinde bile.
"Burada sadece 2 kural vardır: Bir: Kafes dışına çıkma. İki: Öldürürsen ortalığı temizle." dedi Richard Artık Ciddi Turner. Tüylerim diken diken oluverdi. Evimin biraz ötesinde nasıl bir düzen hüküm sürüyordu böyle.
"Millet, toplanın. Kuduz misafirimiz artık aramızda olduğuna göre bahisleri açalım!" diye bağırdı Kemik. Gorkiyle beraber Hangar'ın ortasına -bizim yakınımıza- doğru yürüdüler.
"Sevgili dostum Kuduz, eminim bu gece de bana çok kazandıracak. Onu destekliyorsanız telleri ısırmaya hazır olun!" Kalabalık ısırmakla ilgili bir şeyler bağırarak coşkusunu belirtti. Anlaşılan bu yaygın bir espriydi. Yavaş yavaş herkes etrafımıza toplanıyordu.
"Ve yeni adamımızı selamlayın. Umarım bu gece o da bizim kölemiz olacak, bize bol bol kan vaat edecek!" diye anons etti. İnsanlar aynı kükremeyle onayladı.
"Yeni adamımız-"
"Şövalye!" dedi Blackey herkesin bu isme gülmüş olmasına aldırmadan, başını dik tutarak.
"Şövalye mi? Bir masal kahramanıyla karşı karşıyayız öyle mi? İşte bu çok ilginç. O halde bahisler başlasın." sözleriyle ortalık karışmaya, ısınmaya bıraktı kendini. Richard Blackey'nin üzerine oynanan paraları zevkle toplarken birden Hangar'ın kuytu köşesine sürüklendim çiçeği burnunda dövüşçümüz tarafından.
"Başlamadan önce sana söylemek istediklerim var." Black hala ciddiyetini koruyordu.
"Evet?"
"Bunu almanı istiyorum." deyip bana Audi'nin anahtarlarını uzattı. Kafa karışıklığıyla ona baktım.
"Neden?" diyerek kaşlarımı çattım.
"İşlerin ne kadar tehlikeli olduğunun farkındasındır. En ufak bir kargaşa halinde arabaya atladığın gibi evine gitmeni istiyorum." dedi.
"Saçmalama, seni bekleyeceğim elbette!"
"Hayır, beklemeyeceksin. Bana söz vermelisin. Ortalık karışırsa son sürat kaçacaksın tamam mı?" Ellerimi sımsıkı tuttu.
"Ama-"
"Güvenliğin için endişelenirsem hata yaparım. Hata yaparsam da kuduzun biri canıma okur. Lütfen söz ver."
Derin bir iç çekip kafamı salladım. Ona sarılırken
"Söz, en iyi arkadaş sözü." dedim içtenlikle. Kokusunun üstüme bulaşması için Tanrı'ya yalvararak geri çekildim.
Richard elinde banknotlarla yanımıza gelip
"Vay canına! Yeni olduğun için epey ilgi var. Lanet olsun, artık tam anlamıyla zengin bir pisliğim!" dedi sırıtırken. Ona gözlerimi devirdim, karşılık olarak paraları burnumun ucuna sürdü. İğrenç yaratık! Sonra hep beraber kafesin yanına gittik.
"Param olsaydı bu gece kesinlikle sana yatırırdım Blackey, ona gününü göster!" dedim.
"Para mı? Lütfen artık bunu dert etme küçüğüm. Sana tonlarca şeker alabilirim." Richard formundaydı yine.
"Ve ben de o şekerleri alıp senin kı-"
"Hey, sakin olun." Parker'ın son cümlesi bu olmuştu. Sonra Kemik'in davetiyle kafese girmek üzere hazırlanmıştı. Hazırlanmaktan kasıt, üstsüz kalmak olduğu için bu kısım beni şuursuzca heyecanlandırdı. Lanet ergenlik! Neden dövüşmek için kısmî çıplaklık gerekiyordu ki? Gövde gösterisi derken mecaz anlamı kastetmiyor muyduk?
Gorki tüysüz ve kaslı göğsünü yaralarla mühürlemişken Black'in teni onun aksine dokunulmamış, el değmemiş gibiydi. Hayır, hayır. Tamamen dokunulmamış değil, yer yer izler vardı karnında. Kesikler. Çizikler. Geçmiş zaman yaraları... Blackey kavgaların aranan kişisi miydi yoksa? Hiç ihtimal vermiyordum buna. Ancak izlerin hikâyesi içime bir kurt gibi düşüp beni meraklandırmaya başlamıştı. Neler yaşamıştı da işaretleri silinmemişti hala? Peki tüm bunların yanında, kusur sayılabilecek lekeler neden kahrolasıca bir cazibe içeriyordu? Çıldıracaktım. Ve gözlerimi ondan alamıyordum. Beyaz teninin üzerinde hafif tüy öbekleri zor seçiliyordu. Sıkı kasları bana Vitruvius'yu anımsattı. Leonardo Da Vinci Blackey'i görse ne yapardı merak ettim.
Üzerlerinde sadece pantolonları kalan bu iki kişi kafese girince gerginlikten elimdeki anahtarı daha da sıkı kavradım. Kalbim dörtnala bir maraton koşusundaydı. İşte başlıyorduk.
Ayrıca şu an neden buranın gençlerle dolup taştığını anlayabiliyordum. Tezahüratlar benim ipucumdu. Onlarda müthiş bir tutku, rekabet ve hırs vardı. Biraz daha olgun olsalar ortamın kaynayan kanı durulur, coşku biterdi. Ama arzularına kolayca teslim olan biz liseliler adrenalin için her şeyi yapan canlılardık. Bu yüzden bela bizi severdi.
Kendi köşelerine çekilen Black ve Gorki tellerin ardındaki sesleri duymuyor gibi birbirlerine odaklandılar. Kafalarda hamleler, damarlarda güç akıyordu sanki. Böyle yerlere ilk kez girdiğimden hayatî tecrübeler tadıyordum şu an. Dünya, annemin çiçek bahçesindeki menekşelerden ibaret değilmiş meğer... Kaktüsler, sarmaşıklar ve etçilleri görüyordum bu gece. Dünyanın ışıksız bahçelerinde turluyordum.
"Yanında bize tatlı bir şekerleme getirmişsin Şövalye. O yüzden dövüşü gecenin kızına armağan ediyorum. Tüm yumruklarım onun için!" Gorki gözlerime bakıp gülümsedi. Tükürseydi de bende aynı etkiyi uyandırırdı: Tiksinme.
Blackey öfkeyle soluyup kafesin ortasına yürüdü. Kuduz'a cevabını fiilen vereceğini hissettim. Ve öyle de oldu. Gorki de ona yaklaşınca ilk yumruk, -hem de yanağa- bizimkinden gelmişti. Daha bunun şaşkınlığını üzerimden atamadan Gorki de bir yumruk savurdu. Ah, evet! Iskalamıştı. Göğsünden böğürtüye benzer sesler çıkararak tekrar denedi, bu kez etin ete çarpan sesi kulağıma geldi. Blackey midesine sağlam bir darbe almıştı.
"Seni kuduz köpek! Patilerini ondan uzak tut!" diye bağırdım. Sesim herkesin duyacağı şekilde çınladı. Az önceki coşku yerini şaşkınlığa bırakmasa böyle afişe olmazdım, kahretsin!
Dikkatleri dağıtmamı avantaja çeviren Blackey, zekice bir hareketle Gorki'yi gafil avladı. Göğsüne koca postallarla sıkı bir tekme yiyen Kuduz, sırtüstü tellere yapıştı. Toparlanamadan bir tekme daha yemesi, bana sevinç çığlıkları attırdı. Blackey hepimizi şaşırtıyordu. Taktiksel ve kurnaz bir tavır vardı darbelerinde.
Gorki tellerden destek alarak intikam için dikildi Black'in karşısına. Gözlerindeki alev içimi titretti. Richard bile gerginlikten dudaklarını kemiriyordu. Kuduz, hamle sırasını önce çeneye yumrukla değerlendirdi. Yüzü yana savrulan ve ağzından kan fışkıran Blackey Parker görüntüsüne dayanabilsem de sonradan gelen o kafa vuruşu beni bitirmişti.
"Hayır!" diye bağırarak tellere asıldım. Sesim izleyici uğultusundan duyulmuyordu bu kez.
Ama benim delirmem Gorki'ye enerji veriyordu sanki. Şimdi o enfes karın kaslarına tekme yiyen Parker'dı. Parmaklarım acıyana kadar tel örgüleri sıkıp anlamsız itirazlarda bulundum. Blackey nasıl yaptıysa beni duymayı başardı ve hafifçe gülümsedi. Şu durumda bile. Boylu boyunca yerde uzanırken bile. Işıltılı gülüşü şimdi kan kokarken bile. Gülümsüyordu işte, beni teselli etmek ister gibi.
"Yapabilirsin, onu alt et! Sana güveniyorum!" diye bağırdım göz gözeyken. Yine de telaştan ne yapacağımı bilemez haldeydim.
"Sakinleşmezsen onun için işleri zorlaştırırsın." deyip elini omzuma koydu Richard. Şu an tutunabileceğim tek dal o olduğu için
"Lütfen bir şeyler yap." diye yalvardım. Gözlerim mi dolmuştu? Dövüşün seyrinin bu kadar ani değişmesi beni allak bullak etmişti. Gorki gerçekten de çok aceleciydi. Öldürücü vuruşlara erken başlamıştı.
Kafamı tekrar kafese çevirdiğimde Blackey yerden destek alarak ayağa kalkabilmişti. Belli ki sözlerim etkili olmuştu. Artık onda farklı bir azim, bir cesaret vardı. Hafif kambur duruşu, tahrip olmuş kaslarının belirtisiydi. Ama henüz tükenmemişti. Onu hiç görmediğim kadar kararlı, sert ve havalı duruyordu. Baştan beri yaptığı üzere yine ellerini yüzüne siper ederek savunma pozisyonu aldı.
Sonrası... Sonrası gerçekten ilham vericiydi. Gorki'nin yumruk atan elini sadece savuşturmakla kalmamış aynı zamanda geriye doğru bükerek tüm seyircinin takdirini kazanmıştı Black. Az önce aldığı darbeleri iyi kamufle ediyordu. Ancak ben, hala acı çektiğini hissedebiliyordum. Hız kesmeden atağına devam etti, dizle mideye vurma ve kafayı tellere gömme işlemleri sırasıyla gerçekleşti. Herkes şok olmuştu. Blackey küllerinden doğuyordu.
"O gerçek bir profesyonel olmalı. Şu hamlelere bak, çok stratejik, fazlasıyla planlı, ölümcül vurmuyor ama iş bitirici olduğu kesin. Hem de Gorki'ye karşı. Adamımız kazanmaya oynuyor ufaklık." Richard bir dövüşçü gözünden yorumlarını paylaşıyordu benimle. Muhtemelen biraz rahatlamam için yapıyordu bunu. Şeytan gülüşlü melek. Ne yaparsa yapsın iyi kalbini saklayamıyordu işte.
Bu arada Black de Gorki'yi zemine sermişti. Kuduz onu hafife almakla ve tezcanlı olup gücünü erken tüketmekle hata etmişti. Şimdi o canavar halleri yerini çaresizliğe bırakmıştı. Gözlerime inanamıyordum. Tepki vermekte bile acizdim. Black... Başarmıştı. Epey hırpalansa da içindeki o vahşi dövüşçü bu gecenin galibiydi.
Kemik denen adam yerden kalkamayan Gorki'yi bir müddet bekledi. Sonunda yüksek sesle,
"Kazanan Şövalye oldu. Gecenin sürprizini tebrik edelim." diye ilan etti ve herkes coşkuyla şövalye dedi. Blackey ise gücünün son demleriyle benim olduğum tarafa yürüdü ve kanlı tek elini karnı hizasına götürerek öne eğildi tellerin ardından. Şövalye lakabına yakışır şekilde reverans yapıyordu. Gülümsemeden edemedim. Ne yapıp edip benden şu lanet gecede bile bir gülücük koparmıştı. Şapşal Şövalye.
Kafesin kapıları açılınca işler çığırından çıktı tabii. Coşkulu kalabalık ürkütücüydü. Kimi Blackey'e bir beşlik çakarken kimi omzunu yumrukluyor, kendince destekliyordu. Birden gecenin yıldızı oluvermişti. İnsanları itip kakarak ben de ona doğru yürüdüm. Richard'ın da yardımıyla nihayet Black'e ulaşabilmiştim.
"Tebrik ederim, harikaydın." dedim onunla gurur duyarak. Oyunu kuralına göre oynarken de kendi olabilmeyi başarmıştı. Dövüşe sanatsal bir taraf getirmişti. Bunu yalnızca benim kibar şövalyem yapabilirdi.
"Hey, sana tebriklerimi daha sonra ileteceğim ahbap. Şimdi gitmeliyiz." dedi Richard, kalabalığı işaret ederek. Parasını Gorki'ye yatıranlar öfkeyle homurdanıyorlardı. Gerilim tırmanırken olası bir kavga beni tedirgin etti.
"Hadi gidelim, kalan parayı Kemik sana yollar." dedi Blackey de. Ve eğilip bükülerek o havasız yerden sıvıştık. Black'in aksayan adımları hiç hoşuma gitmemişti.
"Sen iyi misin?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
"Evet, sorun yok." Tabii ki ona inanmıyordum. Bir yandan Audi'ye yürürken bir yandan da Richard'a ikaz bakışı attım. Bana göz kırptı, mesajı anlamıştı. Ve harekete geçti:
"Ah, sevgili dostum. Gel de şu adele yığınlarına bir bakayım. Kafeste beni çok cezbettin." deyip kolunu Parker'ın beline doladı, tek elini de onun çıplak karnına koydu. Çaktırmadan yürümesine destek olurken dahi ona sataşmadan edemiyordu.
"Beni taciz ediyorsun." Black'in sesi kısık ve derindendi. Ama bu yardıma minnettar olan bir rahatlama okunuyordu yüzünden. Arabaya vardığımızda
"Bu gece şoförünüz benim. Atlayın." deyip sürücü koltuğuna oturdum. Richard bir bana bir Blackey'e bir de arabaya bakıp duraksadı.
"Hadi, ortam karışmadan gidelim. Seni istediğin yerde bırakırım Turner." diye bağırdım.
Sonunda ikisi de arka koltuğa geçip beni bu paniklemiş halimden kurtardılar. Uzun zamandır araba kullanmamış olsam da Black'den iyi durumdaydım en azından. Dudağımda ve kaşımda kurumuş kan lekesi, karnımda da beni bitkin düşüren ezikler yoktu sonuçta.
Kısa bir süre sonra evimin önündeydik. Yakın mesafe ve iyi araba, avantajımızdı.
"Şu yaralarına pansuman yapmalıyım Şövalye." dedim dikiz aynasından Blackey'e bakarak. Ve hemen Richard'a da bir davetiye gönderdim:
"Gelip bir kahvemi iç Kum Torbası. Kas yığını olmasam da fena değilimdir."
"Hiç şansın yok tatlım, ben tacizime devam edeceğim." derken Black'in saçlarını karıştırdı. Karşılığında bir inleme ve göz devirme aldı. Çok komik görünüyorlardı.
Üçümüz bu geceden yorgun fakat rahatlamış olarak kurtulup güvenli bölgeye yani evime giriş yaptık. Tabii Bay Kara Siluet sayesinde evim ne kadar güvenliydi, bunu zaman gösterecekti. Çünkü bahçedeki çamların arasından bizi izlediğini fark edebiliyordum. Bir kez daha bu durumu görmezden geldim. Hata yaptığımı ise daha sonra anlayacaktım.~~~~~~~~ Bölüm Sonu ~~~~~~~
Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. 😊 Desteğiniz için de sonsuz teşekkürler! Umutla, sağlıcakla kalın Rabbime emanet olun okurcanlarım 🌼🌸💕💙💜❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Fiksi Remaja"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...