12. Bölüm

891 136 171
                                    

Selamun aleyküm okurcanlarım. 🙋 Daha dün 4. kemoterapimi aldım. Açıkçası kendimi pek iyi hissetmiyorum. 😷 "Kansercim artık yakamı bıraksan diyorum. 😒" modundayım. Bölümü de biraz erken yayınlamak istedi canım. Umarım beğenirsiniz. Benim çok sevdiğim bölümlerden biridir. Hepinize keyifli okumalar. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin olur mu? 🌸

12. Bölüm

"Her hayat bir gizemdir." derdi babam. "Her kalp sırlarla doludur, her gelecek düşü geçmişin gölgesinde kurulur, dudaklar gerçeği fısıldamaz bazen. Bizler en karmaşık, en bambaşka ve en gizemli canlı türüyüz." diye açıklamıştı insanlığı bana, tüm şiirsel cazibesiyle.

"Ben annenin gizemine kapıldığımda henüz on sekizimdeydim. Kalbinin sırlarına sürüklenmek için ne erken bir yaş..." derken anıların bulanıklaştırdığı gözleriyle bana annemle tanışma hikâyelerini anlatmıştı bir akşam vakti.

Haklıydı. Çözülemeyene sürüklenmek, karanlığa yürümek, bir yabancının gizemine esir olmak için on sekiz, küçük bir yaştı. Ama ben de genlerime sırt dönememiş, tam o noktadaydım işte. Biz Floreslar hep bilinmeyenin peşinden gidiyorduk.

Benim bilinmeyenim de salonumun baş köşesinde oturuyordu şu an. Sevdiğim bir dünya starının da dediği gibi "Yıldız olmanın bedelini, gün ışıyınca ödüyordu insan." Gecenin yıldızı olan Şövalye Blackey de yaralarıyla baş başa kalarak kapatıyordu borcunu.

Ve evet, o benim bilinmeyenimdi. Ayaklı karmaşam, neşe madalyonunun öteki yüzüyle merak uyandırmaya devam ediyordu. Gülüşlerinin ardında derin bir hüzün saklıyordu sanki. Karnındaki izlerle ve gizli dövüş yeteneğiyle sandığım kadar mükemmel olmadığı ortadaydı. Geçmişten gelen karanlık yanları vardı. Belki büyük günahlar, kara lekeler değildi getirdikleri. Ama derin melankolisinin minicik bir parçası çok dikkatli bakarsam gözlerinden akıyordu.

"Hey! Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordu bitkin sesiyle. Yakalanmamın telaşıyla

"Ben... Sadece... Düşünüyordum." dedim utana sıkıla. Bir diğer kanepede oturan Richard, gevelememi fırsat bildi:

"Eminim beni düşünüyorsundur Flores."

"Neden böyle bir ahmaklık yapayım?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Onlar otururken ben ayakta dikiliyordum ve 1.90'lık Richard Turner'a tepeden bakmak, Amerikan Başkanı'na beşlik çakmak gibiydi. Lise hayatınız boyunca bununla övünebilirdiniz.

"Beni aklından çıkaramıyorsun çünkü artık zenginim. Siz kadınlar yeşil kâğıtların üstündeki Benjamin Franklin'i görmek için her şeyi yaparsınız." dedi elindeki dolarları göstererek.

"Ah, bu kadar sığ düşünebildiğine inanamıyorum! Bir daha evime girmeden evvel ön yargıların kapının dışında kalsın, tamam mı? Benim yanımda kadınlara dil uzatamazsın!"

"Küçük Flores yoksa bir feminist mi?" dedi alay ederek.

"Feminist değilim, eşitlikçi bir realistim. Senin gibi ukalaların ön yargılarından da nefret ediyorum!"

"O kalın çerçeveli, devasa ön yargı gözlüğünü günün birinde burnunun ucuna indirirsen belki beni de eleştirebilirsin küçüğüm." Richard cümlesini zehirli bir ok yapıp beynime nişan almıştı. Tam isabet, Turner. Artık kendimi sorguluyordum. Gerçekten ben de dünyayı ön yargılarımın ardından mı izliyordum onun gibi?

Richard'a hak verip öz saygımı yitirmek üzereydim ki Blackey atışmamıza müdahale etti:

"Beni ölüme terk ettiyseniz bile en azından bunu sessizce yapın." İnleyerek başını tutuyordu. Darbeler etkisini sinsice gösteriyordu belli ki. Hemen ona doğru atıldım fakat yoluma çıkan bir çift sıska bacak beni durdurdu.

"Çabuk o pis toynaklarını masamdan çek!" diye bağırdım mayışmış suratıyla ve uykulu gibi yarı kapalı gözleriyle evimin ucubesi olan Richard'a.

"Misafirlerinin rahatına ne de çok önem veriyorsun tatlım." Diliyle cümleyi yaladı, zevkle ıslattı ve yüzüme attı sanki. İrkildim. Bu çocuk insanı sarsıyor, sinirlerini bozuyor, çıldırtıyordu! Black'e bir an önce ulaşabilmek için bir tekmeyle haddinden fazla uzun, ince bacakları savurdum olanca kuvvetimle.

Nihayet durumunu inceleyebildiğimde yapacağım şey belliydi. Kaşı ve dudağındaki yarığa, tellerin çizdiği sırtına pansuman yapabilirdim belki ama asıl sorun başkaydı. Kesik kesik nefesler alıyor, karnını ve göğsünü tutuyordu. Çok acı çektiği her halinden belliydi. Ciğerlerinde ya da kaburgasında bir sorun olması muhtemeldi. Şu halde tek çarem de Bay Johnson'ı aramaktı. Evet, William'ın babası olan Doktor Johnson'ı.

Uzun zamandır görüşmemiştik onunla. Çünkü ben annemle babamı, o ise iki yakın arkadaşını kaybetmişti. Aramıza kayıplarımızın soğukluğu girmişti. Ancak tek sebep bu değildi. Bay Johns, oğlunu sevdiğimi biliyordu. Dünyanın en utanç verici durumlarından biriydi bu. Siz talihsiz figüran, erkek başrole âşık olurdunuz ve ondan başka herkes bunu bilirdi. Platonik aşkınızı. Arkadaşlarınızdan bazıları yanlış yönlendirmelerle sizi rezil eder, aileniz size acır ve geri kalanlar da... Onlar sadece konuşurdu. En mahrem, en derin hisleriniz kulaktan kulağa misafir olurdu hızla. Zaten tuz buz olmuş kalbinizin üzerinde bir de onlar tepinirdi.

Şimdi geçmişe baktığımda, durumumu o kadar trajik görmüyordum. Evet, Will beni fark etmiyordu bile. O son geceye dek varlığımı umursamıyordu. Ama o zamanlar sevgi açlığımı doyurabilecek tonla insan vardı etrafımda. Oysa şimdi bin kat daha çaresizdim. Kimsem yoktu, sevgiye öyle muhtaçtım ki içim sızlıyordu.

O an günlerdir yaptığım şeyin bilincine varmıştım. Bu sevgi yoksunluğumu Blackey ile kapatmaya çalışıyordum. Kaderin karşıma ittiği bu güzel yüzlü çocuğa bir can simidi gibi yapışıvermiştim. Ne zavallıca bir hareket... Kendimi çok çabuk kaptırmıştım ona. Hemen unutmuştum acılarımı. Artık geceleri ağlayarak uykuya dalmıyordum. Yas tutmayı bırakmıştım. Bu bir hataydı.

Acımı tazeleyip silkelendiğimde içimdeki Hayalet Kız da derin uykusundan uyanmıştı. Yeniden onunla işbirliği yapmalı, yaşadıklarımın kalbimde bıraktığı izleri unutmamalıydım.
Black için endişelenerek oturduğum kanepeden kendime acıyarak kalktım ve Bay Johnson'ı aradım. Neredeyse sabah olacaktı ama durumu izah ettiğimde şaşkınlığını üzerinden atıp gelmeyi kabul etti. Bu sırada Richard sabrımı sınamaya devam ediyordu.

"Bu evde sigara içemezsin!" diye bağırdım biri ayağıma basmışcasına.

"Neden? Ah, çok aptalım... Yaşın nikotin solumaya yetmiyor değil mi benim minik bezelyem? Afedersin." deyip genişçe sırıttı. Ona sadece gözlerimi devirdim çünkü gitmek için ayaklanmıştı bile. Aykırı ruhu, bu kadar dayanabilmişti yeni ortamına. Onu geçirmeme bile fırsat vermeden tam kendine yakışır bir şekilde, dudaklarında tembel bir ıslıkla paralarını saya saya bizi evde yalnız bıraktı.

Kasten Blackey'den uzak duruyor, gözlerimi ondan kaçırıyordum. Eskiden tepkisiz kalmak daha kolaydı benim için. Şimdi onun yakınlığını, dostluğunu ve sıcaklığını tatmışken tekrar eski, huysuz kız olmak ruhumu sıkıştırıyordu. Gidip yanına oturmamak, yaralarıyla şefkatle ilgilenmemek adına irademle savaştım. Acıma ihanet edemezdim.

Bendeki bariz mesafeli hali sezen Black canının yanmasını umursamadan kaşlarını çattı. Tam bir şeyler söyleyecekken kapı çalmıştı. Aceleyle Doktor Johnson'ı karşıladım.

Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin