Teknik olarak artık perşembe 💜 Haydi Ufuk Çizgisi okuyalım. Hikaye tam da buralardan sonra ritim kazanıyor canlarım. Okurken güçleniyorum. Heyecanlanıyorum ben de sizlerle beraber. 😍💪
Düşen kan değerlerime ise aldırmayın. Ağrılarım baş edilmeyecek boyutta değil elhamdülillah. 🌸 Bana verilenlerde daima hikmetler arıyorum. Aramaya çalışıyorum.
Ayrıca yeni bir projeyle karşınızda olacağım yakında inşaAllah 😊 Birkaç güne duyurusunu yaparım. Şimdi bölüm zamanı! Bakalım baldan tatlı Blackey'miz ile miskin çocuk Richard nasıl kapışmış 😉
10. Bölüm
Uğursuz sabaha gözlerimi açtığımda pencereme bir karga tünemişti. Bu kara kuşlara neden felaket habercisi misyonu yüklendiğini şimdi daha iyi anlıyordum. O korkunç sesle ve ürkütücü bakışlarla şöhretleri nasıl iyi olabilirdi ki?
"Seni sapık şey! Hemen yatak odamı dikizlemeyi kes!" diye bağırıp yorganı üzerimden attım. Karga pervazlara yaklaşıp gagasını cama iki kez vurdu. Bunu yaparak ne demek istediğini merak ettim. Bir an için onu kışkışlamaktan geri durup ellerimi belime koyarak
"Söylesene bana hangi kötü haberi vermek için geldin?" diye sordum. Ona yalvaran gözlerle bakıyordum. Kızgınlığım geçmişti.
"Lütfen bugün iyi şeyler olsun, tamam mı?" dedim kargaya. Beni umursamadı ama sesimin Tanrı'nın kulağına gitmiş olması yeterliydi.
Kuş penceremden uçuverdi, ben de odamın ortasında öylece kalakaldım. Saat sekize geliyordu, birazdan Blackey o muhteşem yüzünü gösterirdi sabahıma. Aceleyle giyinmeye başladım. Günün anlam ve önemine uygun olarak sıcak tutan gri bir eşofman takımında karar kılmıştım. Kapüşonunu kafama geçirip üzerindeki "Sahtekâr oyuncu, tekmele beni!" yazan baskıyı okudum. Buram buram rekabet kokan basketbol müsabakası için daha uygun bir kılık düşünemiyordum.
Yatağımı toplama işi bittiğinde mutfağa inip annemin enerji dopinglerinden birini hazırladım. Ardından cam şişeye sıkı sıkı sarılıp bunun işe yaraması için dua etmeye başladım. O sırada kapı çaldı. Elimde şişeyle cep telefonumu ve anahtarlarımı alarak Blackeyle yüzleştim.
"Geciktin, uyuyakaldığını sandım." dedi endişeyle. Neden paniklemişti ki?
"Sana da günaydın. Maça hazır mısın?" diye sordum alayla. Kapıyı kilitlememi bekledi ve beraberce yürümeye başladık.
"Elbette hazırım. Ama tatil günü arabamı garajdan çıkarırsam evdekilerin dikkatini çekecekti. O yüzden okula yürüyerek gitmek zorundayız." deyip başını öne eğdi. Böyle suçlu gibi davranması çok saçmaydı.
"Hey, dert etme. Ben bu yola alışkınım." Omuz silktim.
Sessizce ilerlerken Evergreen'den çıkmıştık bile. O da benim gibi uzun adımlarla ve hızlı bir tempoda yürümeyi seviyor olmalıydı. Ancak okula yaklaştıkça gerginliğim artıyordu, acilen gevşemeliydim ve konuşmak, özellikle de Blackeyle konuşmak rahatlamam için yeterliydi.
"Çok gerginim." dedim dürüstçe.
"Ben değilim, sen de olmamalısın. Gergin sinirler hata yaptırır." Elleri ceplerinde, uzaklara bakıyordu. Profilini inceleme hakkını kendimde gördüğümde sabahımda şafak söktü. Upuzun gür kirpiklerinin arasından gün ışığı sızıyordu ve gözlerini flu bir yeşilli griye boyuyordu. Saçları artık iyiden iyiye uzamış, ensesini yarılıyordu. Yüzü duruydu, dupduru... Temiz ve aydınlık... Parlak ve sıcak... Dünyaydı. Evrenin tamamıydı. Her şeydi. Ve hiçbir şeydi aynı zamanda. Benim hiçbir şeyimdi. Olamazdı da. Bu gerçeği değiştiremezdim.
Rüzgâr buz gibi elleriyle yanağımı tokatlayınca Tanrı'nın mesajını aldım: Çocuktan uzak dur. Evet, gerçekten de ona böyle gözlerimi dikip bakmaktan vazgeçmeliydim. Bana ne oluyordu?
"Seni şimdiden uyarmalıyım. Ne de olsa onlardan pek haz etmiyorsun. Bugün Yıldız Takımı'nın da antrenmanı var." dedi bir süre sonra Blackey.
"Harika!" deyip surat astım. Kaldırımda tıkırdayan botlarıma bakmaya başladım.
"Onlarla olan bu düşmanlığının sebebini söyleyecek misin artık?" Sesi aldatıcı bir yumuşaklıktaydı ama pusuya yatmış merakını hissedebiliyordum.
"Bilmen gereken bir şey değil bu." dedim kararlılıkla.
"Elbette bilmem gerekir, biz arkadaşız."
"Değiliz. Biz sadece birbirinin hayatına haddinden fazla burnunu sokmuş iki farklı kişiyiz." Bir an için durdu ve beni de hareketsiz kalmaya zorladı. Sözlerimi tartıyor gibiydi.
"Bunu inkâr edemezsin. Seni tanımıyorum, sen de beni tanımıyorsun. Bir ay gibi kısa bir sürede neyim varsa önüne serecek değilim." diye devam ettim.
"Bunu beklemiyorum zaten." Şaşkın ve ihtiyatlı bir tonda söylendi.
"Güzel." İşte garip diyaloğumuz burada son buldu. Tutarsız ve agresif göründüğümün farkındaydım. Ama umurumda değildi. Onun çekimine kapılmayı kabullenemiyordum. Hele bu arkadaş olma ısrarı sinirlerimi daha çok bozuyordu. Onun için arkadaşlığım neden bu kadar önemliydi ki?
Kış güneşi bir el feneri gibi sadece aydınlık sağlayıp sıcak yüzünü bizden esirgerken okul bahçesine giriş yaptık. Otopark bomboştu ve basket sahasında dikilmiş bir Turner bizi bekliyordu. O da eşofmanlıydı, kafasında siyah bir bere, gözlerinde akmış belli belirsiz bir sürme izi vardı. Kabul etmeliydim,tarzı çok farklı ve havalıydı. Ve tam bir pislik gibi sırıtıyordu.
"Geç kaldın yeni çocuk. Korkup kaçtığını sandım." dedi siyah giysileriyle daha da fit görünürken. Ancak fazla zayıftı. Rezil yaşamı, bedenini sömürüyor olmalıydı.
"Benim yüzümden geciktik. Evim buradan epey uzakta." diye atıldım Black'e fırsat vermeden. Bu bilgi Richard'ın hoşuna gitmemiş gibiydi, huzursuzca kaşlarını çattı.
"Neyse, ısınıp başlayalım." dedi Blackey diyaloğumuzu görmezden gelip. Yanımdan ayrıldı ve montunu çıkarıp banklardan birinin üzerine bıraktı.
Öte yandan... Okulun bir bando takımı varsa ve şu an prova yapıyorsa her şey yolundaydı. Ancak okulumun bir bando takımı olmadığını biliyordum. Ve bu davul sesi de benim kalbimden geliyordu. Tanrı'm! Blackey'e yardım et!
Spor salonunda olmak yerine buz gibi havada açık alanda maç yapmak ikisi için de şanssızlıktı. Fakat benim avantajımdı. Belki de Blackey özellikle burada olmayı seçmişti? Benim spor salonundan ne kadar rahatsız olduğumu anımsıyor olabilir miydi?
Heyecanla Blackey'nin montunun olduğu banka yürüdüm. Onları duyamasam da Parker-Turner ikilisinin bir şeyler konuştuğunu görebiliyordum. Aklıma gelen bir fikirle:
"Hey! Ben hakeminiz olabilirim!" diye seslendim. Koca kafalarını bana çevirip ufo görmüş gibi suratıma baktılar. Moronlar!
"Ne? Bir kız da hakemlik yapabilir!" Sesim Gurur'un verdiği cesaretle son derece hırçındı.
"Sorun o değil seni küçük şeytan. Sen taraflı bir seyircisin. Hakem olamazsın." dedi Richard. Lanetler tepesine yağsın ki haklıydı. Ona gözlerimi devirdiğimde Blackey kahkaha attı. Bembeyaz dişleri ışıldayarak bana göz kırptı. Bazen o dişlerin etime geçmesini arzulamam henüz on sekiz yaşında masum bir kızın en büyük günahıydı. Şeytan beni şehvete davet ediyordu. Ah, kahrolası ergenlik!
Kafamı başka yöne doğrultup bu anın önemine konsantre oldum. Blackey -benim de duyabilmem için- bağırarak
"Tek pota, kırk sayı atan kazanır. Kurallar aynı. İki oyuncunun da 2 mola hakkı var." dedi. Rich onu başıyla onaylayınca tipik ısınma hareketlerine başladılar. Oldukları yerde zıplayıp kollarını ve bacaklarını esnettiler. Neredeyse unutmak üzere olduğum şey için kendime kızdım.
"Black!" diyerek onun yanına gittim. Meraklı gözlerle beni süzdü. Şişeyi uzatıp
"İç bunu!" Sertçe emrettim. Evet, ben kibar bir leydiydim. Asalet başımı döndürüyordu adeta.
"Sakın içme! Kesin zehirlidir!" dedi Richard yarım ağız gülümseyerek. Blackey de hafifçe tebessüm etti ancak tereddüt bile etmeden dopingi içiverdi. Tadı pek hoşuna gitmemiş gibiydi ama nezaketinden ödün vermeyerek içmeye devam etti. İkimiz ne büyük tezattık.
"Ve Pamuk Prenses elmayı yer." dedi Richard, Blackey içeceği bitirirken.
"Ben Pamuk Prenses değilim." diye homurdandı Blackey, şişeyi bana uzatırken.
"Öylesin. Ben de senin prensinim ve maçın sonunda seni öpeceğim." Turner göz kırptı. Gülmekten kendimi alamadım. Ellerimi belime koyup
"Bana neden kötü kalpli cadı rolü düştü?" diye sordum.
"Neden acaba?" Richard alaycılıkla kaşlarını kaldırdı.
"Beni kızdırdığı için onu ezip geçmeni istiyorum Pamuk." dedim Blackey'e.
"Bana şöyle seslenme, Papatya." Genişçe sırıttı. İkimizde hitaplarımızı düzeltmek zorunda kaldık.
"Bol şanslar. Blackey."
"Teşekkürler, Daisy." Richard'a dönüp
"En azından hava atışını yapayım?" dedim masum masum.
"Bu boyla mı?"
"1.75'lik boyum ortalama bir hakem kadar olduğumu gösterir." O domuza sıkı bir yumruk atmak istiyordum. Kabul edilince topu alıp ikisinin arasına girdim. Derin bir nefesle topu tutan sağ elimi havaya kaldırdım ve atabildiğim kadar yükseğe fırlatıp hızla geri çekildim. Topu Parker kapmıştı. Sevinçle gülümsedim. Sonra yerime geçip pür dikkat onlara kilitlendim. En son ne zaman böyle fanatikçe bir yarış seyretmiştim? William'ın maçlarında bile daha az gerilirdim. Muhtemelen bu halimin sebebi: Will'in yenilince teselliyi kızların kucaklarında aramasıyla Blackey'nin yenilince soluğu dövüşçülerin kollarında alması arasındaki devasa farktı.
Maçın temposu yüksek başlamıştı, ama Black hala potaya bir hamlede bulunamıyordu. Richard'ın hamleleri çok kıvraktı, kaç kez perdeleme yaptığını sayamamıştım bile. Sonunda usta bir turnikeyle Blackey ilk sayısını alabildi. Pek sevinemedim çünkü riboundu kapan Turner'ın da bir sayısı vardı artık. Ne çekişme ama! Basketbolun kanımı kaynatan yanı buydu işte. Çok hareketli, bol skorlu bir oyundu. Dakikalar içinde neler olabileceğini asla kestiremezdiniz. Aynı zamanda feci tüketici bir spordu. Onuncu sayısını atan Richard terden sırılsıklamdı. Bu havada nasıl üşüdüklerini ancak Tanrı bilirdi. Arada iki sayılık bir fark varken okuldan çıkagelen Yıldız Takımı, elimle T harfi yapıp Blackey'nin ilk mola hakkını eritmeme sebep oldu. Nefes nefese yanıma gelirken
"Ne oldu? Neden... Durdurdun oyunu?" diye sordu Black. O sırada Matt ve Leonard yanımıza varmıştı bile.
"Bizsiz kapışma ha? İşte bu olmadı Parker." dedi Matt beni görmezden gelerek. Hayalet kıza merhaba! İşte ben tam olarak buydum. Görmezden gelinen. Burnumdan dumanlar çıkartarak
"Sizlik bir durum yok. Kişisel bir maç." diye araya girdim.
"Yine de izlemek isteriz. Sen ve eski efsanelerden Turner. Kaçırmak istemeyeceğimiz bir mücadele." Leonard tek kaşını kaldırdı. Ellerinde spor kıyafet çantaları ve deri ceketli kılıklarıyla gidip birkaç kızın hormonlarını zıplatsalar olmuyor muydu? Neden beni öfkelendirmek zorundalardı?
"Üzgünüz. Seyircisiz maç!" diye tıslayıp gitmeleri için kapıyı işaret ettim. Daha fazla inat etmeden usulca bahçeyi terk ettiler.
"Senden çekiniyorlar sanki?" yorumunda bulundu Black.
"Sayılır. Daha çok... Bana borçlular diyelim." cevabıyla onları geri püskürtmemi açıkladım. Maç devam ederken bu kez Richard yırtıcı bir atmaca gibi skora yüklenmeye başladı. Blackey'i beş sayı geride bırakırken aniden göğsünü tutup öksürmeye başladı. Teni mavimsi bir renge boyanınca gücünün tükendiğini hissettim. Evet! Şimdi Blackey birkaç üçlükle durumu toparlayabilirdi. Ama o potanın ters istikametine koşarak beni afallattı. Topu bırakıp Richard'ın omzuna dokundu. Ben de yanlarına gittim.
"Sorun ne?"
"Hiç. Sadece mola kullanıyorum." diye yanıtlayıp bir banka geçti Richard. Blackey'e endişeyle baktım.
"Halini görüyor musun? Kendini nasıl bir pisliğe bulaştırmışsa artık, bedeni tepki veriyor. Ciğerlerinde sorun olmalı, fena tıkandı." dedi.
"Ne yapacaksın?"
"Mümkün olduğunca hızlı oynayıp en kısa sürede maçın bitmesini sağlayacağım. Daha fazla dayanamaz." dedi, o da nefes nefeseydi. Ah, benim sevgili Blackey'm.
"Bu kadar iyi biri olma." sözü çıkıverdi ağzımdan.
"Ben sadece katil olmak istemiyorum."
"O kendinin katili. Senin bir suçun yok." dedim şefkatle ela gözlere bakarak. Biraz sonra Rich gelip beni eski yerime yolladı. Artık Blackey'nin kazanacağından emin olmanın verdiği rahatlıkla, bankta oturup arkama yaslandım. Yirmi beşe otuz geride olan Parker birkaç dakika sonunda durumu eşitlemişti. Fakat şimdi daha iyi görünen Richard da hırsından hiçbir şey kaybetmemişti. Faul sınırında bir sertlikle Parker'ın karnına dirseğini geçirerek efsanevi bir smaç bastı.
Blackey yüzünü acıyla buruşturdu ama dik duruşunu kaybetmeden oyuna devam etti. Son sayılara yaklaşırken pis taktiğini iyiden iyiye benimsemiş olan Rich, kaba kuvvetle oyunu melezleyerek işleri çıkmaza soktu. Onu protesto amaçlı itiraz naraları atıp ıslık çaldım ve maç sayısı anında nefesimi tutup elimi kalbime götürdüm. Turner elindeki topu sıkı sıkıya tutarak Blackeyle göğüs göğüse şiddetle çarpıştı. Dünya durdu. Nefesim boğazıma takıldı. Çarpmanın etkisiyle çok sert bir şekilde yere düşen Black, aynı sertlikle başını asfalt bahçe zeminine vurdu. O sırada Richard da topu çemberden geçirmişti tabii. Korkuyla Blackey'nin yanına fırladım ve yere oturup
"Blackey! İyi misin?" diye bağırdım. Elini başına götürüp sersem bir halde
"İyiyim." dedi. Öyle olmadığını biliyordum. Doğrulmaya çalışırken ona destek oldum. Zafer sarhoşu olan Richard sonunda bize katıldı.
"Sıkı maçtı. Ama hazin sonu değiştiremedi." dedi böbürlenerek.
"Adil oynamadın! Hile yaptın!" diye bağırdım ona.
"Sadece stratejik davrandım. Su balesi yapmıyoruz burada."
"Eminim o sana daha çok yakışır!" İyice haşin bir kıvamdaydım.
"Git öfkeni başkasına kus Flores. Ve arkadaşına söyle, kazanmak istiyorsa öyle fair play saçmalıklarına kapılmasın. İtip kakmayı öğrenmeli. Yoksa daha çok canı yanar."
"Arkadaşım son derece sportmen ve centilmence yarıştı. Ancak karşısında kurnaz bir pislik vardı!"
"Sakin ol, Daisy. Hile yapmadı, sert oynamayı seçtiği için onu suçlayamazsın." dedi usulca Blackey. Sesi güçlükle çıkıyordu.
"Sen sus! Kafanda bu kadar hasar varken ne dediğini bilmiyorsun! Düpedüz faul yaptı, hem de defalarca!" dediysem de faydası olmadı. Parker yenilgiyi zarafetle kabullenmişti bile. Ona bir kez daha hayran oldum. Çok erdemliydi.
"Tebrikler, Turner. Yarın Hangar'daki dövüşte görüşürüz." sözleriyle Richard'ın bir parça tadı kaçtı sanki. Utanmıştı. Teselli etmek ister gibi
"Sen de çok iyiydin, biliyorsun değil mi?" dedi.
"Senin kadar değil." Blackey dudak büktü. O henüz beş yaşında bir çocuktu şu an. Gururu kırılmıştı.
"Söylesene Turner, nefesin tıkandığında sana yardım eden adamı kalleşçe yere sermek nasıl bir duygu?" Nefretim ve öfkem ok olup Richard'ın kalbine saplandı. Devam ettim:
"Aynı durumda sen olsan ne yapardın? Ona yardım eder miydin?"
"O*** çocuğunun teki olabilirim ama ona yardım ederdim. Emin ol. Blackey benim gibi birinin bile yardımını hak ediyor." Richard lafımı ağzıma tıkarak, yeni çocuk yerine Blackey diyerek ve kendine küfrederek bizi öylece bırakıp gitti. Şok anları sürerken yüzüme bir tokat yemiş gibi hissettim. Hafif kambur duruşlu cılız bedeni bahçeden çıkana dek kendime gelemedim. Sonunda Blackey
"Kazanacağımı söylemiştim. Ama sözümü tutamadım. Özür dilerim." dedi. Bana delici, yoğun ve duygu yüklü bakışlar atarken içimden ne geliyorsa onu yaptım. Blackey'i memnun etmek, onun duymaktan hoşlanacağı şeyler söylemek istiyordum. Sabahki sözlerimi telafi eder nitelikte
"Biz arkadaşız Blackey. Gerçekten. Sen benim sahip olduğum tek arkadaşsın, en iyi arkadaşımsın." dedim içtenlikle. Kollarımı ona dolayıp sıcaklığını hissettim. Arzularımı ve tutkularımı bir kenara koyarsam bazen onu cidden en yakın arkadaşım gibi hissediyordum. Az sonra onun elleri de benim sırtımdaydı ve dünyanın en arkadaşça olmayan, arkadaşça sarılışını yaşıyorduk...
Kenetlenmiş kollar gevşeyince birbirimize gülümseyerek baktık ve tek kelime etmeden okuldan ayrıldık. Yol boyunca ne kadar ısrar etsem de Blackey hastaneye gidip başına baktırmayı reddetti. O yüzden beni eve bırakırken surat asıp homurdanmayı sürdürdüm. Neden kendisiyle ilgilenilmesinden bu kadar rahatsız oluyordu ki? Ciddi bir şeyi olabilirdi.
En azından sağlık durumunu kavrayabilmem için onu içeri davet ettim. Elbette, bu çok tuhaftı. Aramızdaki görünmez duvarlar aşılmış gibiydi. Onu önemsediğimi arkadaşlık adına sığınarak dilediğimce söyleyebilirdim. Hislerimin gittiği karanlık yol, artık beni ürkütmüyordu. Duygularıma bir sınır çizilmişti ve dostanelikten ötesi yasaklı bölgeydi. Bununla yaşayabilirdim sanırım.
Blackey'nin maç yüzünden yorgun ve keyifsiz olmasını bekliyordum ama gözlerinde tarifi imkânsız bir ışıltı vardı. O da bununla yaşayabilirdi. Hatta... Tam da bununla yaşayabilirmiş gibi bakıyordu bana. Kafasını inceleme iznim onaylandığında ellerimi yumuşacık koyu renk saçların içine daldırdım. İçimde sıcacık bir şeyler akarken parmak uçlarım karıncalandı. Kokusu dolunca burnuma; bu duman, kâğıt yanığı ve tıraş losyonu gibi efsunlu kokuya sarılıverdi ciğerlerim. İpeksi, gür saçları ellerim için bir şölendi. Şişliği arama bahanesiyle kafa derisini okşadım; tutkum şaha kalktı. Kalbim tekledi. Nihayet malum bölgeye ulaştığımda
"Sandığım kadar kötü değil." diye mırıldandım.
"İyi olduğumu söylemiştim. Sen hep en kötüsünü düşünüyorsun."
"Başka ne düşünebilirim ki? Her şey bir saniye içinde oldu. Gözlerimin önünde yere serildin!" Sesimdeki endişe açıkça hissediliyordu.
"Sakinleş. Bak, kafam sağlam." deyip bir kapı misali kafasını tıklattı. O hiçbir durumda şapşal halinden ödün vermiyordu.
"Yenildin ama bitik görünmüyorsun. Umutsuz ya da öfkeli de değilsin. Neden?"diye sordum istemsizce.
"Çünkü kusursuz olmadığımın farkındayım. Kaybedebilirim. Ama yenilmek güzeldir. Yoksa nasıl yeniden savaşmaya başlayabilirim ki?" dedi samimi bir omuz silkmeyle.
"Tabii kazansam Richard'ı kurtarmış olurduk." diye de ekledi keyfi kaçarak.
"Hey, kendini suçlama. O uzun zamandır içinde bir hırs büyütüyordu. Yıldız Takımı'na seçilemediği için kendini günden güne eğitti. Sen onun basket oynayışıyla değil, azmi ve öfkesiyle yarıştın. Kaybetmiş sayılmazsın bile." deyip geri çekildim. Kafa muayenem bitmişti.
Biraz sonra Black dinlenmek için eve gitmesi gerektiğinden beni yalnız bıraktı. Ben de günün adrenalinini sindirebilmek için bir öğleden sonra duşu aldım. Henüz acıkmamıştım ve vakit çabuk geçsin diye kitap okumaya başladım. Yarın geceye dek kendimi oyalayacak bir şeyler bulmalıydım. Çünkü merak kemirgen dişlerini etime geçiriyordu: Acaba dövüşte neler olacaktı?~~~~~~~~~Bölüm Sonu~~~~~~~~
Pişt! 😜 Okuyup kaçmak yok. Haydi yorumlara bekliyorum. Nasıl buldunuz gidişatı? Tahminleri alayım 😊
Rabbime emanetsiniz canlarım ballarım 💙💜💚❤💛💘 Her zaman dediğim gibi: Umutla kalın. 🌸 Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
أدب المراهقين"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...