"Kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz Jason Scott. Kimse benimle duygularım üzerine pazarlık yapamaz. Anladın mı?" derken başımı geriye itip boğazımı daha çok ortaya çıkardım. Öyle germiştim ki boynumu, bıçağı azıcık ileriye itsem kırmızılıklar usulca süzülecekti aşağıya. Biliyordum.
"Tamam, pazarlık yok. Ne istersen o olacak. Haydi bırak bakalım şimdi onu." dedi korkuyla. Bana değer verdiğini hissedebiliyordum fakat bu beni inanılmaz derecede huzursuz ediyordu.
"Hemen telefonunu çıkarıp polisi ara. Kendini ihbar et. Yoksa suçlarına yalnızca adam kaçırmak değil intihara sebebiyet vermek de eklenecek."
"Üzerimde telefon yok. Hem polis bize yardım edemez. Aileyi biliyorsun. Ört bas ederler." dedi.
"Yalan söylemeyi kes! Çabuk yap şunu!" Bağırırken çenemin hareketi ile bıçak cildimi çiziverdi. Canım pek fazla yanmamıştı ancak onu çileden çıkarmaya yetti bu manzara.
"Dur! Hayır! Yemin ederim doğru söylüyorum. Annemin üzerine yemin ederim. Konumumuz bulunmasın diye telefon taşımıyorum. Bu evde de telefon yok." dedi endişeyle. Sert yüz hatları çaresizlikle yumuşamış, dev cüssesi karşımda erimişti adeta. Aslında istese tek hamlede koluma atılır beni durdururdu fakat bunu akıl edemeyecek kadar telaşlanmıştı belli ki. Ona karşı bir acıma duygusu belirdi içimde. Annesinden başka varlığı olmadığından benim zarar görme ihtimalim tüm dengesini sarsmıştı sanki. Ben... Birini böylesine etkilemekten hiç mi hiç hoşnut değildim.
"Hadi güzelim, bırak onu da bir kaza çıkmasın." dedi duraksamamın üzerine. Güzelim hitabı beni yeniden sinirlendirmişti.
"Ah, doğru. Ben bir kazaya sebep olabilirim ama sen bıçak kullanmakta çok daha iyisindir değil mi? Anlatsana Richard'a nasıl saldırdın? Onu nasıl yaraladın?" diye çıkıştım aniden.
"Senin iyiliğin için yaptım!"
"Biliyor musun bu cümleden nefret ediyorum. Çünkü her pisliği benim iyiliğim için yaptığına sığınarak aklamaya çalışıyorsun."
"Ama bu doğru. O çocuk bela makinesinin tekiydi bu yüzden gözünü korkutmam gerekiyordu. Uyuşturucu, bahisli kafes dövüşü, hırsızlık, gasp... Çevrende dolanması senin için çok tehlikeliydi." diyerek cevapladı hızlıca.
"Bunu bana zerre suç işlememiş bir adam söylüyor değil mi? Sen kimsin de onu yargılıyorsun? Zor bir hayatı var diye, sefalet içinde yaşıyor diye arkadaşlık kuramaz mı? Hayatını toparlayamaz mı?"
"Peki ya ben? Ben hayatımı toparlayamaz mıyım? Suçlarımı temizleyemez miyim? Benim arkadaşlık kurmaya hakkım yok mu?" İşte buna verecek bir karşılığım olmadı. Sesi öyle yükselmişti ki bana değil kadere bağırıyordu belki de. Sürüklendiği yanlışlara kızıyordu. Böyle olmayı o istememişti, kendi seçmemişti.
"İndir bıçağı da yardım et hatalarımı telafi etmeme. Söz veriyorum seni özgür bırakacağım. Ben kölem olmanı istemiyorum ki. Annem yıllarca babamın kölesi olmuş. Eziyet çekmiş. Bunu bir kadına neden yapayım? Ben biraz olsun anlayış istiyorum yalnızca. Ve bir şans. Minicik bir umut. Onu elimden alırsan sen de bir suç işlemiş olacaksın. Umutlarımı olacaksın."
Sustuk biraz. Durduk öylece. Bıçağı yavaşça indirdim ama hareket etmedik ikimiz de. Ona olan nefretimin kuyruğuna merhamet takılmıştı şimdi. Püskülleri sallanıyordu duygularımın gökyüzünde. Öfkemin kızıllığına yumuşak bir beyazlık katmıştı merhamet. Acıyordum bu adama. Nefret ede ede üzülüyordum haline. Bir yandan da duygu sömürüsü yaptığını düşünen Gurur işe savaşıyordum. Allak bullak olmuştum. Üst üste yaşadıklarım aklımı öyle yormuştu ki kısmen pes etmek durumunda kaldım:

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Teen Fiction"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...