14. Bölüm
Alaska, bugün yine asil bir prenses gibiydi. Soğuk tavırları ve şanına yakışır puslu havasıyla halkını selamlıyordu. Benim karlar altındaki kalbim bile erimişse onun da biraz yola gelmesi gerekmiyor muydu? Ah, Alaska... Sen de içini ısıtacak birilerini bulsan keşke. Uzun ve gür kirpikli bir çift ela göze rastlasan... Şövalye ruhlu Blackey senin de gökyüzünü aydınlatmıyor mu? Hey? Alaska? Beni duymuyor musun? Pekâlâ, öyle olsun. Sen ne anlarsın sıcak bir gülüşten? Tek yaptığın bize fırtına yollayıp titreyişimizle eğlenmek. Seni zavallı...
Pencereyi kapatıp kendime güldüm. Birleşik Devletler'in buz prensesi Alaska'yı azarlıyordum resmen. Delirmek bu tip şeylerle başlıyordu galiba. Yalnızlıktan ruh sağlığımı kaybetmenin eşiğindeydim.
Okul için hazırlanmaya başlarken dışarıdan bir korna sesi duyuldu. Blackey beni bekliyordu. Üzerime gece mavisi bol bir kazak, altıma da lacivert dar bir pantolon geçirip koşar adım aşağı indim. Merdivenlerden yuvarlanıyordum neredeyse. Evet, güneşe uçan bir Ikarus gibiydim ve halimden memnundum.
"Günaydın!" dedi Blackey yaslandığı arabadan bana doğru gelerek. Gri kazağı gözlerini daha güzel gösteriyordu. Kot pantolonu biraz serseri işiydi ama fişimi çekmeye yetti. Her zaman mükemmel ve capcanlıydı.
"Günaydın." dedim, 'Yüzün canımı acıtacak kadar güzel.' demek yerine. Kelimelerimin altında yatan derin anlamı sadece ben biliyordum.
"Saçlarını toplamak sana çok yakışmış." dedi göz kırparak. Ciddi miydi? Ben kendimi dünyadaki insan nüfusunu dengelemek için gönderildim sanırken o karşıma geçmiş at kuyruğumdan mı bahsediyordu? Sisli hava bir yaz gününe dönüştü, ya da ben öyle olmasını hayal ettim. Çünkü bu duruma çok uygun düşerdi.
"Teşekkürler." Sesimdeki mahcubiyeti saklayamadım. Şaşkındım. Bana kimse iltifat etmezdi ki!
Araba yolculuğumuz boyunca yanaklarımdaki ateş dinmedi. Babam dışında bir erkeğin bana hoş sözler söylemesi şaşırtıcıydı. Fark edilmeyen biriydim genelde. William aylarca okuldaki bir demirbaş olduğumu zannediyordu. Onun ilgisini çekebilmek için yaptığım tüm saçmalıklara rağmen.
Okula vardığımızda aklımda Will olduğu için biraz yüzüm asılmıştı. Derste de Bayan Holder'ın söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Neden acı geçmişi anımsayıp duruyordum? Ruh halimin cenderesini hissetmiş olan Black de fazla üzerime gelmedi, usulca bir sonraki kulübümüze gittik birlikte. Bay Campbell'a bile odaklanamıyor, William'ın şu an nerede olduğunu düşünüyordum. İçimde sevgisi kalmamış olsa da nefretinin dumanı tütüyordu hala.
Sonunda dikkatimi toplayabilmem Blackey sayesinde oldu:
"Bana göre cesaret, bir insanın sahip olabileceği en üstün vasıftır. Kendi doğrularını her yerde haykırabilecek kadar, yaşam savaşından vazgeçmeyecek kadar, hatta aşk acısının o kapkara kederinde boğulmayı göze alacak kadar cesur olmalı insan. Korkmamalı. Kendi gerçeklerinden bile korkmamalı, yüzleşmeli onlarla. Aynada gördüğüyle dahi mücadele edebilmeli. Nefes almayı ve var olmayı hak etmeli. Fark yaratmalı. Ben bu değerlerle büyüdüm, bunlar için savaşırım." Sözlerin sahibi Blackey Kyle Parker'dan başkası değildi. Cevabıyla hepimizi kendine hayran bırakmıştı. Öyle ki Bay Campbell bize de hangi değerler uğruna savaşacağımızı, neleri sonuna dek savunacağımızı soramıyordu, kalakalmıştı.
"Düşünce dünyan bizi epey sarstı genç adam. Seni buraya davet etmekle ne kadar isabetli bir karar verdiğimi ispatladın. Teşekkür ederim." dedi Camp büyülenmiş halde. Ben de ondan farklı değildim.
Hatta Erica bile onu tavlamaya çalışan bakışları bir kenara bırakmış, şaşkınlıkla Parker'ı süzüyordu. Belki de artık Blackey gibi birinin onu aştığını kabullenirdi. Benim şövalyem her şeyiyle fazlaydı Erica'ya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Fiksi Remaja"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...