16. Bölüm
Alaska -benim kıskanç ve asil sevgili dedikodu arkadaşım- dün gece ona fısıldadıklarımı duymuştu elbette. Öyle ki Miami ve Hawai'ye inat, parlak bir güneş vardı bugün gökyüzünde. İstediğimde ben de ışıldayabiliyorum diyordu sanki. Ama elinden gelen tek şey de buydu: Isıtmayan, sembolik bir gün ışığı...
Hayır, hayır onu suçlamıyordum. Dünya'nın kuzey tepelerindeki tahtından ekvator ya da dönence sıcaklığı beklemiyordum zaten. O bizim buz prensesimizdi. Hem biz 'kış hayatlarının insanları' olarak ısınmanın bir yolunu bulmalıydık. Şüphesiz bu yol, şöminemizdeki ateşten daha çok kavuracaktı kalbimizi. Kimimiz hala arıyorduk, kimimiz bulmuş da farkında değildik. Ben... Ben galiba bulmuştum o sıcak yolu.
Ve kendimi farklı hissediyordum. İçim kıpır kıpır, ruhum dans ediyordu. Sabaha karşı uyuyakaldığımda rüyamda annemi görmüştüm. Bilinçaltım ete kemiğe bürünse onu doyasıya öperdim teşekkür etmek için. Çünkü aylardır annemi rüyamda görmemiştim. Detayları anımsamıyordum ama ona Blackey'i anlatmıştım. Beni bahçesinde çiçekleriyle dertleşir gibi naif ve bilge bir ifadeyle dinlemişti. Tanışmamızı, onu defalarca terslememi, bana olan sonsuz sabrını, inancını ve haftalarca yılmayışını bir film gibi dile getirmiştim. Böyle özetleyince kalbim çılgınca atmaya başlamıştı. Uyandığımda dudaklarımda hala onun sıcak nefesini duyumsuyordum sanki.
Sonra rüyamın da tesiriyle güne epey dinamik başladım. Hazırlanmam bitmek bilmedi. Blackey'e güzel görünmek istiyordum ama kendim olmaktan da geri duramazdım. Sırf beni beğensin diye komik bir kılığa bürünemezdim. Bu yüzden gözlerimle aynı renk mavi bir gömlek ve siyah kot pantolonun ötesine geçemedi şıklığım. Tabii Alaska bu fırsatı kaçırmadı. Okul için evden çıkar çıkmaz o alaycı rüzgarıyla yüzüme dokunup 'Gerçekten çok güzelsin(!) hayatım. Neden bu çocuk senin ayaklarına kapanmıyor ki?' dedi itici uğultusuyla. Alayında haklı olduğunu bilsem de onu umursamadım. Muhtemelen dün gecenin intikamını alıyordu.
Blackey'de ise bir değişiklik yoktu. Erkekler ve onların malum rüyaları... Ah, tabii ki gece yarısı tacizimi fark etmemişti. Kim bilir rüyasında kimi öpüyordu da benim zavallı kalbim bu minicik anı kendi için umutla karşılamıştı? Tanrı'm! Bana yardım et.
Onu birkaç kez sorguya çekmiştim:
"İyi uyuyabildin mi?" gibi misafirperver bir maske takarak nabzını yoklamıştım. Muğlak cevabı ise
"Evet, iyi uyudum. Zaten çok yorgundum." olmuştu. Bundan nasıl bir anlam çıkarmalıydım? Mutlu mu uyanmıştı, mutsuz mu? Dudaklarında benimki gibi geçmek bilmeyen kor ateşler var mıydı? Kafam allak bullak olmuştu.
Birkaç gün bu yeni ruh halime alışmaya çalıştım. Bir iyiydim, bir kötü... Ya gidip Black'i dövmeliydim ya da üzerine atlamalıydım. Belki de sadece ona sahip olduğum için Tanrı'ya şükranlarımı sunmalıydım. Aklım çok karışıktı. Yas tutan huysuz Flores ile aşk sarhoşu umutlu Daisy içimde savaşıyorlardı. İkisinin de bir parça hükmü olduğundan bu hafta son derece dengesizdim.
Perşembe akşamı, Richard iyiden iyiye kendini toparlamıştı ve evimdeki son gecesini geçiriyordu. O kesinlikle garip bir misafirdi. Ağrılarını abartıp mızmızlanmasının yanında, koruma içgüdüsüyle evin etrafını kolaçan edip bana talimatlar vermeye de başlamıştı. Bu hali öyle sevimliydi ki uzun saçlarını yüzünden çekip onun yanaklarını sıkmak istiyordum. Tembeldi, miskin ve kibirliydi ama kalbinin yumuşak dokusu hissediliyordu derinlerde bir yerde. O vurdumduymaz Turner beni kanatlarının altına almış, koruyordu işte. Blackey ile hayatıma girenler beni şaşırtıyordu. Sanki sihirli bir değnek değmişti dünyama. Gecenin ela gözlü şövalye çocuğu damarlarıma mütemadiyen umut enjekte ediyordu. İyileşiyordum sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufuk Çizgisi (TAMAMLANDI)
Teen Fiction"Saçlarına rüzgarları iliştirmiş, avuçlarının içini öpen şifacısıyla dünyaya meydan okuyan asi bir papatya: Daisy Sofia Flores... Kaderin çağrısına kulak vermiş, umutsuzluğa karşı zırhını kuşanmış altın kalpli bir şövalye: Blackey Kyle Parker... Onl...