Bazen her şey üzerine gelir ya, boğulursun hani. Boğazında görünmez eller vardır ve senin pes edeceğin ana kadar yavaşça sıkılaştırır ellerini. İlmek ilmek işler korkuyu bedenine. Rahat bir kasın kalmaz. Her gün değerini bilmeden alıp verdiğin o nefesi, mumla ararsın bir zaman sonra. Her gün uyuşukluğun, tembelliğin yüzünden sürekli kapalı tutmak istediğin gözlerini bu sefer kapatmamak için çabalarsın.
Ve her gün yorulmadan atan kalbine sürekli suç atıp bir an önce ölmek isterken, o an gelince kaçmak için delik ararsın ya hani, heh. İşte o gün gelmişti benim için. İlmek ilmek işlediği korkunun, verdiği minik acıların yetmediğini anlamış, ve her şeyi bitirmek için sarılmıştı boğazıma.
Nefesimin yavaşça kesildiğini hissediyor ama buna karşı koyamıyordum. Boğazıma sarılan gerçek elleri sadece tutmakla yetiniyor, gözlerimi kapatmamaya çalışıyordum.
Beni başından beri sevmediğini biliyordum, sadece işimi iyi yaptığım için bana katlandığının farkındaydım. Bir hatam olmuştu ve bunun yüzünden öldürülmem için emir vermişti. Ve ben de 8 ay boyunca kaçmıştım. Elbet bir gün bunun olacağını, yakalanacağımı biliyordum. Ama bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim.
Gözlerim kararmaya başladığında, gerçekten hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başlamıştı.
1 Eylül 2009. Bu boktan hayata güle oynaya adımımı attığım ilk gün. Hayatımı tam anlamıyla cehenneme çevirdiğim, salaklığım yüzünden genç yaşımda bile isteye kendimi çukura attığım gün.
18 Şubat 2010. Cehenneme çevirdiğim hayatımda ışık diye tutunduğum, aslında beni olduğum çukurdan biraz daha aşağıya çeken şerefsizle tanıştığım gün. Güler yüzüne baktığımda kesinlikle hayat dolu biri olduğunu düşündüğüm kişinin, aslında her şeyin başı olduğunu öğrendiğim an öğrenmiştim hayatın acımasızlığını.
12 Eylül 2010. İlk dayağımı yediğim, evden atıldığım gün. Tamam, bu o kadar kötü değildi benim için. Ailemle her zaman iyi geçinen biri olmamıştım. Ama beni evden atmaları sadece kalacak bir yer aramama ve daha da boka sarmama neden olmuştu.
9 Mart 2011. Belki de hayatımda karşılaşabileceğim en iyi insanla tanıştığım gündü. İyi derken, tabi ki kötünün iyisi ama en azından bana uzatılan ilk yardım eliydi. Beni kurtarmak için değildi bu yardım, sadece daha da boka batmamı son anda engellemek içindi. Yine de minnettardım. Beni pek sevmese de en azından diğerlerinin yaptığını yapmamış, kazık atmamıştı.
4 Aralık 2011. Bir süre daha sakin geçen hayatıma yeni bir renk katmıştı tanıştığım adam. Hem de en sevdiğim rengi. Siyahın 50. tonunu katmıştı. Hadi ama siz de seversiniz. Siyah lan bu. Boru mu?
Tanrım.. şu anda ölmek üzereyim ve düşündüğüm şeye bak. Her neyse. Bu tarihi neden aklımda tuttuğumu bilmiyorum. O kadar da önemli değilmiş.
Geçelim.
10 Ekim 2012. Evet. Hayatımdaki en büyük pişmanlığımın tarihi. Hayatımda ilk defa kendimden nefret ettiğim, keşke en başından bulaşmasaydım dediğim tarihti. Masumiyetimi kaybettiğim, samimi bir şekilde ağladığım, her şey için pişman olduğum gündü. Ve sanırım bir daha unutmayacağım tek gündü.
30 Aralık 2016. Evet bugün. Doğduğum gün, aynı zamanda saniyeler sonra öleceğim gün. Beni bu hayata sokan şerefsizin ellerinde öleceğim gün. Hayatım o kadar boş ki siz de fark etmişsinizdir, önemli yedi tarihle hayatımı noktalayacağım sanırım. İyi kötü günler geçirdim demek isterdim ama kötü ve çok kötü günler geçirdim. Ha, eğlendiğim zamanlar da oldu ama her eğlendiğim günün sonunda aynı bok çukuruna dönmem bütün eğlenceyi silip götürüyor anılarımdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dependent; taekook
FanfictionBağımlıydı o, evet. Ama uyuşturucudan çok Jungkook'a. 08.09.2018