Kaya'nın yürümeye başlamak için attığı ilk adımla birlikte Nazenin dizlerinin üzerine çöküp yere eğildi. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, asla da bilemeyecekti. Çünkü mantıklı bir açıklaması yoktu, onun asıl isteği kaybolmaktı, ama o kadar şanlı biri olmadığını biliyordu.
"Bir şey mi düşürdünüz?" diye soran garsona aldırmadan beynini düşünmeye zorladı.
Bu şekilde uzun süre saklanamazdı, ayrıca Kaya'nın da aynı masaya geleceğine emindi ve ona bu şekilde yakalanırsa ayağına bir taş bağlayıp bulduğu ilk köprüden atlardı.
Ne olduğunu anlamayan garsonun bakışları eşliğinde hızla emeklemeye başladı. Fakat risk alıp kafasını kaldırmadığı için elinde tepsiyle karşısına çıkan garsonun bacaklarına dolandığında duyduğu çığlığın kendinden çıktığını bile anlamaktan çok uzaktı.
İçinde çorba kaseleri olan tepsi havada bir tur atmış ve sonrasında yer çekiminin gücüne yenilmişti. Ne yazık ki çorbaların sadece birazı onun sırtına denk gelmişti. Geri kalan kısmı masalarında oturan ve etraflarındaki hareketliliğe anlam veremeyen insanlara sıçramıştı.
Eteğine dökülen çorbayı silmeye çalışan kadınlardan biri "Allah kahretsin, ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdığında diğerleri de ona katılmakta gecikmedi ve sesler iyice arttı.
"Kuru temizlemeye verirsen bir şeyi kalmaz," demekten başka çaresi olmayan Nazenin arkasına dönmeye ya da durmaya cesaret edemeden yoluna devam etmeye çalıştı. Ancak ortalık bir kere savaş alanına dönmüştü. O hala dizlerinin üzerinde yol almaya çalışırken insanlar ayaklanıp sanki restoranın ortasına fare düşmüş gibi tepkiler veriyor, dolayısıyla da geçiş yolunu kapatıyorlardı.
Kimsenin ona yol vermeyeceğini anladığında sağındaki masanın altından kestirmeyi yapmak ona iyi bir fikirmiş gibi geldi. Ancak uzun boyunu hesaba katmadan aldığı bu karar yüzünden başını masaya çarpmaktan kurtulmadı. Çorba çok sıcak olmadığından sırtı yanmamış sadece ıslaklık hissetmişti. Fakat sert masa canını epey yakmıştı.
Elinde olmadan "Ah!" diye bağırıp bir eliyle alnını ovmaya çalıştı. Sanki bu şekilde acısı dinecekmiş gibi yaptığı hareket sadece masanın daha çok sallanmasına ve üzerindekilerin dökülmesine sebep oldu. Tabii bu da yeni çığlıkları beraberinde getirdi.
Keşke bir deprem olsa ve yer yarılıp Nazenin de o boşluktan kayıp gitseydi.
Gözlerini yakan yaşlarını geldiği yere geri yollamak istercesine derin bir nefes aldı. Fazla vakti yoktu. Canını yakan her şeyi boş verip kaldığı yerden hızla emeklemeye devam etti.
Restoranın içini çok az gözlemlemişti. Hafif sola doğru dönerse lavaboya ulaşacaktı. Keza çıkış kapısı şu anda onun için cennetin kapısı kadar uzak ve cehennem kapısı kadar da tehlikeliydi.
Risk alıp başını kaldırmadı, fakat amaçları onu ezmekmiş gibi davranan insanlara laf yetiştirmeden de duramadı. Özellikle kadınlar, hemcinslerine karşı nasıl bu kadar acımasız olabiliyordu, anlamıyordu.
Nihayet masalar bitip tek basamaklı merdivene ulaştığında kurtulduğunu anladı. Ama hayır, lavaboya ellerinin üzerinde giremezdi, o kadar cesur değildi. Tam dizlerinin üzerine doğrulup yerle olan yakın temasını kesecekti ki kulaklarında çınlayan "Hanımefendi iyi misiniz?" sorusuyla olduğu yerde donup kaldı.
Aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bu sesin sahibini tanıyordu.
Eğer bu bir kâbus ise kendine derhal uyanmayı emrediyordu. Ancak kalbinin gümbürtüsü, sürünmekten dolayı dizlerinde ve avuç içlerinde oluşan sızı ona tüm bu yaşadıklarının acımasız ama gerçek olduğunu söylüyordu.