"Uykuya daldı." dedim uyandırmaya korkarak. Baran yüzünde kocaman bir gülümsemeyle başını salladı. "Melek gibi..." dediğinde elinden tuttum. "Bizim meleğimiz."
Yavaşça bebek odasından çıktığımızda derin bir nefes verdim. Beşinci yılımız dolduğunda taşıyıcı anne yöntemiyle bir çocuğa sahip olmak istemiştik. Şimdiyse neredeyse bir yaşına giriyordu ve sanırım hayatta Baran'dan daha çok sevdiğim tek şeydi.
"Gözleri sana benziyor." dedim klasik tartışmamızı başlatacağını bildiğim halde. "Teni de sana." dedi karşılık olarak. New York'taki çatı katı evimizin terasına çıkmak üzereydik. Central Parkı'na bakan nefes kesici bir manzarası vardı.
"Aynı senin gibi bakıyor." dedim, o da güldü. "Aynı senin gibi kokuyor, nefes kesici."
Ben, çocuğun ondan olduğunu iddia ediyordum o da benden. Spermlerimizi karıştırmıştık enjekte edilmeden önce. Hangimizin spermiyle dölleneceği umurumuzsa değildi. O, ikimizin de çocuğu olacaktı.
"Minik bir aile olduk." dedim köpeğimiz kucağıma atladığında. Başını salladı. "Güzel bir aile olduk."
Amerika'ya taşınmış olduğumuz için hem mutluydum hem de mutsuz. Buraya gelmek, tam anlamıyla aile olmamızın yolunu açmıştı evet ama Gupse'yle Edis'i, Kamer'le Doğa'yı ve minik Teoman'ı özlüyordum. Sık sık görüşüyorduk eskiden, ben neredeyse her haftasonu İstanbul'daydım ama bebek olduğundan beri gitmemiz zorlaşmıştı. Onlar da zaman buldukça geliyorlardı yanımıza ama eskisi kadar sık olmuyordu maalesef.
Burada kendimi daha güvende hissediyordum, Baran'la sokakta el ele tutuşmadan veya canım istediğinde onu öpmeden önce düşünmüyordum. Oğlumuzla beraber dışarıya çıkınca garip bakan yoktu neredeyse, var olanlar da hiçbir şey diyemiyordu. Belki bir gün, Türkiye'de de bunlar normal karşılanabilirdi olması gerektiği gibi fakat bunu görecek kadar uzun süre yaşar mıydım? Bilmiyordum.
"Pişman değilsin, değil mi?" dedim Baran'a yine. Buraya taşındığımızdan beri bunu ona sayısız kez sormuştum belki de ama her seferinde sıkılmadan "Seninle yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim." diyordu.
Ona yavaşça uzanıp minik bir buse kondurduğum dudaklarına. Domuzcuk'tan sonra, her şey giderek daha kötü olmuştu. Simge'nin ölümünden bizi ve özellikle beni suçlu gören bir kesim vardı ve durmadan rahatsız ediliyordum onlar tarafından. Ülkemizdeki medya da bana hiç yardımcı olmuyordu. Filmlerim ayrı, özel hayatım ayrı linç ediliyordu ve bir yerden sonra bu dayanılmaz bir hale gelmişti.
Yurtdışında övgüyle karşılanan filmlerim ülkemizdeki hiçbir yarışmada aday olmuyordu. Gelecek tepkilerden çekindikleri için yokmuşum gibi davranıyordu. Bağımsız sinemalar bile gösterime sokmaktan kaçınıyorlardı ve kendimi o kadar dışlanmış hissediyordum ki, bir yerden sonra nefes alamaz hale gelmiştim.
Baran, benim kadar etkilenmemişti. Medya yine onunla uğraşıyordu, televizyonlardan asla teklif almıyor ve büyük şirketler filmlerinde oynatmıyordu ama yurtdışından aldığı teklifler ve bağımsız yapımcılar onu benim kadar dışlanmış hissettirmemişti.
Bir gün sinir krizi geçirmiştim. Baran yurtdışındaydı, Gupse ve Edis ise minik Teoman'la ilgileniyorlardı. Kamer turnede, Doğa'yla beraber ülkenin başka bir ucundaydı. Annem ve babamı ise rahatsız etmek istemiyordum her zamanki gibi. Arayacak, yardım edecek kimsem yoktu. Kendimi dışarıya atsam kızgın bir kalabalık tarafından parçalara ayrılacakmış gibi hissediyordum ama evdeyken duvarlar üstüme üstüme geliyordu.
İki hafta boyunca Baran'a her şey yolundaymış gibi davranmıştım. Yatağımdan çıkmıyor, dışarıdan yiyecek söyleyip onlarla besleniyordum. Baran, bana sürpriz yapmak için erkenden gelmiş olmasaydı acınası halimi görmeyecekti bile.
Omzunda ağlayışım, hissettiğim dışlanmışlık ve mutsuzluğum hakkındaki uzun uzadıya konuşmalar sonrasında beni tuttuğu gibi buraya getirmişti. Kimseye haber vermeden, bir anda yok olmuştuk resmen. Gupse, olanları duyduktan sonra ilk uçağa atlayıp gelmiş ve beni bir güzel tokat manyağı yapmıştı.
Gülümseyerek geçmişe yolculuk yaparken gelen ağlama sesiyle iç çektim. "Keşke bebekleri sessize alabilsek." dedim yorgunlukla. Geceleri yarım saat uyuyup bir saat boyunca avazı çıktığı kadar ağlıyordu ve ardından yine yarım saat kadar uyuyordu. Artık bizde uyku düzeni denilen şeyden kalmamıştı. İkimizin de gözaltları mordu ve yorgunluktan çökmüş bir yüz ifademiz vardı.
"Bir an önce büyüse keşke." dedi Baran ağlamasını kesmeyeceğini bildiği halde sırtına pat pat yaparken. Başımı salladım. "İnatçılığı tıpkı sen, asla laftan anlamıyor." dediğinde güldüm. Evet, bu konuda tıpkı bendi.
Tekrar uykuya daldığında uyumak için kendimi yerdeki döşeğe attım. Geceleri o kadar sık uyanıyorduk ki, artık bebek odasında yerde yatmaya başlamıştık. Mızmızlansak da, onsuzluğu hayal edemiyordum. O her şeye değerdi.
Biz her şeye değerdik.
🌟
200K özel bölümünü 240Kda atan koca yürekli John :")
Artık onlar evli mutlu ve çocuklular ahahaha
Özledim cidden baran ve teo yazmayı :")
💜
May the minnik ölü domuzcuk be with you 🐖
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iphone x ¿boyxboy¿ ฯtextingฯ
Short StoryIphone X isterken aşkı bulacağımı tahmin etmiyordum.