Uykunun onu esir alması en çok beni dinlendirmişti. Bilinçsizce yüzünü bana dönmüştü ve hafif bir şekilde parmakları koluma temas ediyordu. Yatağın üzerine düşen kolum rahat olmama engel olsa bile dokunuşundan mahrum olmayayım diye hareket ettirmemeye özen gösteriyordum. Ona fazla dokunamıyordum, çünkü uykusu fazla hafifti ve ben uyanmasını istemiyordum. Bu yüzden küçük dokunuşu bile çölde su gibiydi benim için.
Onsuz geçen her gün acı içinde kıvranıyordum resmen. Her şeyden uzaklaşarak İstanbul'a kafa dağıtmak için gitmeme, annemle vakit geçirmeme rağmen aklım sürekli onunla meşguldü. Kalbim her saniye onun için attığını bana hatırlatırken, beynim onunla daha fazla anı biriktirmem için beni zorluyordu. Beni affetmesine ihtiyacım vardı. Benim Yavuz'a ihtiyacım vardı.
Gözleri aralanarak aşık olduğum maviler gün yüzüne çıkardığı an dudaklarım bana haber vermeden yukarı tırmandı. Bu gülümsemem anında onun da gülümsemesine neden olmuştu. Bu görüntü hem bana cesaret vermiş, hem de kendimi durdurmamı zorlaştırmıştı. Çekingen bir şekilde dudaklarına masum bir öpücük bırakıp geri çekildim ve tepkisinden korktuğum için ona değil, odanın diğer tarafına odaklanmaya çalıştım.
"Saat kaç?"
Sorusuna hemen cevap vermek için hoca sorusunu cevaplamak için can atan ilkokul öğrencisi gibi kolumdaki saati hızla göz hizama getirdim.
"Dokuza beş var."
Cevabımla aceleyle oturur pozisyona geçti.
"Annem?"
"Evet, geldi. Kapıdan bakıp gitti."
Rahatlıkla söylediğim şeye gözlerini kocaman açarak bana bakarak tepki gösterdi.
"Nasıldık? Yani hangi pozisyondaydık? Sen uyanık mıydın?"
Ben de onun gibi oturarak vücudumu tamamen ona döndürdüm.
"Uyandığın pozisyondaydık işte. Benim uyanık olduğumu görmedi, çünkü sırtım ona dönüktü. Bir şey söylemedi. Uyuduğumuzu düşündüğü için herhalde."
Kaşları anında çatılmış ve aklındaki sorulara cevap aramaya başlamıştı anlaşılan. Yani yüzünde beliren ifade tam olarak bunu anlatıyordu bana.
"Nasıl çıkacağız şimdi odadan? Ben utanırım annemden."
Yine çocukluğu sarmıştı ruhunu. Alt dudağını kemiriyor, saçlarını çaresizce dağıtıyordu. Psikolojisiyle üzgün bir ifadeye bürünmüştü yüzü.
"Asma yüzünü. Bir şey yapmadık ki, birlikte uyuduk sadece."
Söylediklerim onu rahatlatmak yerine daha çok canını sıkmıştı galiba. Çünkü yüzünü elleri arasına alarak acımadan yüzünü okşuyordu.
"Annem, biliyordu."
"Beni mi?"
Kafasını olumsuz anlamda sallayarak dolu gözlerini bana dikti. Bu kadar üzülmesi bana fazla garip gelmişti.
"Aramızda olanları biliyor. Beni üzeceğini düşünüyor. Dikkatli olmamı söyledi sadece. Ben de senden uzak duracağımı söyledim. Ve dün konuşmuştuk bunu. Bir sonraki gün seninle uyuduğumu görmesi. Bilmiyorum işte. Garip hissediyorum."
Sulanan gözlerinden akmamaya yemin etmiş yaş hala yerini korurken alnımı alnına yaslamış ve aynı zamanda elimi ensesine koyarak okşayarak rahatlatmaya çalıştım onu.
"Dikkatli davranmanı söylemiş sadece. Benden uzak durmanı istememiş ki, Yavuz. Üzme kendini."
Yüzünde çok ufak bir gülümseme belirmişti zorlukla.
"Hem seni üzmeyeceğimi sana ve annene ispatlayacağım. Benden uzak durmadığın sürece bunu her saniye hissedeceksin. Şu anda bile hissedebilirsin hatta."
Birkaç saniye sessizce söylediklerimi düşündü ve hemen ardından alınlarımızı ayırarak kafasını salladı.
"Bir kez daha deneyelim."
Söylediği her kelime kalbimin hızını artırırken mutlulukla beline sarıldım.
"Teşekkür ederim, Yavuz. Asla pişman olmayacaksın, söz veriyorum."
"Bunu aşkım için yapıyorum. Üzülsem bile yaşamadım demem hiç değilse."