"Kıyma benim canımın içine..."

4.2K 152 34
                                    

Yeni bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğeneceğiniz bir bölüm olur efenim ;)

Elimdeki hasta dosyasına son defa göz gezdirip her şeyin yolunda olduğuna kanaat getirdiğimde "Geçmiş olsun." deyip yaşlı teyzenin odasından çıktım. Teyze şeker hastasıydı ve zararlı olduğunu bile bile pirinç pilavı yemişti. Ah ne kadar da dikkatsizdiler. Halbuki bize bahşedilen bu can ne kadar da kıymetliydi.

Sevgi ve Devrim'in isteme töreninden bu yana dört buçuk ay geçmişti. Şuan haziran ayının başındaydık. İstanbul'daki bu sıcak hava bazen bunalmamıza sebep olsa da sürekli yağmurla geçen ilk bahardan sonra bu durum çok da sorun yaratmıyordu.

Yaklaşık bir haftadır Zeyrek'in özel hastanesinde çalışmaya başlamıştım. Kep fırlatma töreninde yanımda olup bir an olsun yalnız bırakmayan canım kocam bu meseleyi de halletmişti. Her ne kadar bir devlet hastanesinde çalışmak istediğimi söylesem de bunu reddetmişti. Uzmanlık için başlayan çalışma sürecimde buradaki birbirinden yetenekli doktoru göz önünde bulundurunca bu hastanenin bana daha fazla şey katacağının bilinciyle bu meselenin de fazla uzamasına izin vermemiştim. Zeyrek'in de canının sıkılmaması adına tartışmayı kısa kesmiştim.

Dört buçuk ay içerisinde hayatımızdaki en büyük gelişme genişleyen bahçe sınırlarımız olmuştu. Zeyrek bahçenin yan ve arka duvarını yıkıp yürü yürü bitmeyen büyük sınırlar çizmişti. Genişleyen bahçenin içine beşer katlı dört bina yaptırmıştı. Bahçenin içindeki müştemilatı da yıkmıştı. Yaman, Devrim ve Gül Sultan birer daireye yerleşirken ev tamamen bize kalmıştı. Ben her ne kadar Gül'cüğüm'ün gitmesini istemesem de tüm ısrarlarımı reddedip gitmek istediğini söylemişti. Bana da susak kalmıştı. Yaman ile Devrim ise yaklaşan evlilikleri için evlerini dayayıp döşemişlerdi. Daha doğrusu Yaman'ın dairesini Eda dekore ederken, Devrim'inkini Sevgi düzenlemişti. E hakları var buna! Diğer apartmanlara ise korumalar yerleşmişti.

Bu dört buçuk aylık süreçte hayatımız monoton bir şekilde ilerlemişti. Sömestr tatilinde Zeyrek'le beraber birkaç günlüğüne Uludağ'a gidip kafa dinlemiştik. Onun işleri ve benim derslerimin etkisiyle fazla kalamadan dönmüştük. O işleriyle ilgilenirken ben de derslerime sıkı sıkıya çalışıyordum. Gündüzleri pek bir araya gelemesek de gece mutlaka onunla ilgileniyordum. Bu süreç içerisinde aramızdaki şehvetin gittikçe artması birbirimize olan bağımızın da sıkılaşmasına sebep oluyordu. İçimdeki en büyük sıkıntı benden sıkılacak olma ihtimaliydi ama bu süreç içimdeki sıkıntıyı gidermemi sağlamıştı. Aramızdaki arzu ilk günkünden daha tazeydi. Adeta her gün yeniden doğuyordu bu şehvet. Bunun temel etkeni tabiki de birbirimize olan aşkımızdı.

Bir haftadır başladığım işimde en can sıkıcı durum sürekli etrafımda dolanan korumalardı. Neredeyse her köşe başında karşılaşıp selam veriyordum. Malum hastane Zeyrek'e ait olunca onları kovacak bir güvenlik de olamıyordu. Habuki devlet hastanesinde olsam bu sıkıntıyı yaşamayacaktım.

Bu gece hastanede nöbetçiydim. Bu mesele de ayrı sorundu. Zeyrek'le bu konuda hatırı sayılır bir süre tartışmıştık en sonunda zar zor da olsa onu ikna edebilmiştim. Onun hastanesinde onun karısı olarak torpilli çalışmak istemiyordum. En azından mesai saatlerim diğer doktorlarınki ile eş olmalıydı. Sabaha kadar burada kalıp acile gelen hastalarla ilgilenen doktorlar gibi benim de bunu yapmam gerekiyordu. Sonuçta doktorluk bir yerde kendinden ödün vermeni gerektiren bir meseleydi. İş imkanım Zeyrek tarafından sağlanmış olsa da mesai saatlerimde onun torpiline maruz kalmak istemiyordum.

Beyaz önlüğümün cebinden telefonumu çıkarıp saate baktığımda 20.34 yazısı ile karşılaştım. Telefonumu cebime geri koyacağım esnada ekranda beliren arama ve kulağımı dolduran melodi ile yaptığım eylemi durdurdum. Ekranda gördüğüm Can Özüm yazısı ile yüzümde bir gülümseme belirirken hızla cevapla tuşuna basıp telefonu kulağıma dayadım.

DEMİRHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin