A. Ayrı Hayatlar - I

8.8K 418 105
                                    

Busanlının Hayatı~

"Jimin! Hemen buraya gel!"
"Anne lütfen!"
"Kahvaltını bitirmeden gidersen ne olacağını biliyorsun!"

Ah yine tehditler.... Küçüklüğümden beri iştahlı bir çocuk değildim. Kendi halinimde, sessiz, halsiz takılırdım. Sırf biraz olsun hareket edeyim, yorulup arkadaş edinip normal olayım diye yazdırmadıkları kurs kalmamıştı. Ha bir de iki dehanın aptal kardeşi olacağıma sporda falan yeteneğim çıksın istiyorlardı. Ama ben kendimle ve iki-üç arkadaşımla ve ortalama notlarımla iyiydim. Yani niye fazlası gereksin ki?

İlk önce yüzme. 4 yaşındaydım hem öğrenmiş olur hem de spor yapar deyip yolladılar. Yüzmeyi öğrendim ama öyle olimpiyat ruhu yok bende. Sakin sakin kulaçlarımı atıp batmamak, boğulmamaktı tek hedefim. Güzel şey aslında şu ara arkadaşlarla sahile inince işe yarıyor diğerlerinden daha hızlı yüzmek, suda takla falan atmak. Ama dediğim gibi olimpiyatlar benlik değil.

Bir buçuk senelik yüzme macerasını basketbol takip etmek istedi... Evet, antrenör, annem, babam hatta o koca top bile istedi ama ben istemedim. Kendim kadar olan ağır topu elime aldığım an bitti. Annem hala anlatır olanları. Ne utanç verici.!?...

"Bizi almadılar salona çocuklar spora, eğitmene ve birbirine alışsın diyerek. İçeride bizim onları gördüğümüz onların bizi görmediği bir odaya girdik. Hem camdan hem de dev ekrandan izleyebiliyorduk. Ders başladı. Biz Jimin'i ararken bir kadın 'O da ne öyle?' dedi. Biz hala Jimin arama peşindeyiz tabii ilgilenmedik. Sonunda diğer ebeveynlerin hayret ettiği şeyi gördük. Jimin sahanın ortasında kucağında topla yatıyordu. Hem de tam orta çizgide! Bir kez bile sektirmedi o topu inat edip."

İşte ilk günden biten basketbol maceram bu oldu.

Öyle bir azar işittim ki bir daha böyle bir tepki veremedim. Boya kalemlerimi elimden almışlardı inanabiliyor musunuz? Sonrasında tenis - ki bu dördüncü gün bayılmamla sonuçlandı, tiyatro, piyano dersleri, dans şeklinde devam etti. Abim bir dahi... Kız kardeşim de onun yolunda gidiyor. Bizimkiler baktılar ki bende zekilik anlamında dehaya dair bir ışıltı yok bari spora müziğe yönlendirelim deyip ısrarla sürdürdüler bunu. Tek karşı oldukları nokta resim ve heykel gibi el işlerine yatkınlık. Yani piyano dahisi bir müzisyen ya da muhteşem bir sporcu olabilirsiniz ama tutkulu bir ressam olamazsınız çünkü o asla kalıcı bir hayranlık yaratmaz. Onunla anne-babanız arkadaşlarına hava atamaz. Mesela düşünün bir davette 'Ah oğlumuz Jimin harika piyano çalar' ya da 'gerçekten iyi bir yüzücü geçenlerde bölgesel yarışlarda yaşıtları arasında birinci gelerek altın kazandı' diyorsunuz. Ne guru verici! Sonra ileride gelecekteki kariyerleri başlar. Namjoon bunun en büyük örneği ama bende sökmüyor aynısı. Bu yüzden babam daima 'öldükten sonra konuşulmak ne işine yarayacak?' diye yüklenir bana ve resim aşkıma.

Hayatları gösteriş. -.-

Ah bu arada size onları tanımadım değil mi? Babam Park Dojung Busan'nın en prestijli bankasında bir memurken şuan bankanın yine Busan'daki genel merkezinde muhasebe sorumlusu. Büyük ilerleme ha?

Annem Park SoJi de öğretmen. Ama yine en prestijli özel okullardan birinde. Ayrıca müdür de. Üstelik senelerdir verdiği hizmetten dolayı küçük bir hissesi ve onlarca plaketi var.

Abim Namjoon ailemizin medarı iftiharı. Seul'da ki bir sürü üniversiteden teklif geldi ama o tabii ki de 1. olanı seçti. KAIST (Kore İleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü) Kore'nin en gelişmiş teknik okulu olur kendisi. Üstelik Daejeon Busan'a Seul kadar uzak değilmiş. Her şeyi babama yaranmak..

Kız kardeşim Jieun'a gelirsek çoktan bir iki üniversite (ben okula erken başladığımdan dolayı benden iki sınıf altta ama bir yaş küçük olan kız kardeşim) onun ilkokuldan bu yana yerel matematik yarışmalarında aldığı başarıları takip eder hale gelmişti. Doğruya doğru iki sınıf var aramızda ama tüm matematik ve fizik ödevlerimi o yapıyor. Ondan istediğim için değil ha kendi istediği için. Bu arada hayatta resimlerimi öven nadir insanlardandır her ne kadar beni yerin dibine sokmayı ihmal etmese de.

Bense çiziyorum. Seviyorum çizmeyi. Yağlı, sulu, kuru, pastel, karakalem, tuval, şövale, tabure ve arka bahçedeki minik kulübe. Tek göz bir odacık. Tuvalet, mutfak, banyo falan yok. Dört duvar, bir çatı işte.

Ve annemin en büyük tehdit unsuru. Beni hep orayı dağıtmakla tehdit eder. Çok acımasızca değil mi?

Kulübeyi zamanında babam bahçe işiyle - bahçe dediğim de ön taraftaki üç metrelik bir alan- uğraşırım diye bahçe alet edavatı için yapmış. Sonra Busan'ın biraz dışında aldığımız daha büyük olan bahçeyi ekmeye başladı. 'Tam kafa dinlemelik yer' der. Sahile yakın insanlardan uzak. Bana kalsa hep orada yaşarım ama işte okul...

Benim izbe kulübenin iki duvarına, annemin ısrarıyla geniş pencereler yaptırmıştı babam zamanında. O zamanlar annem orada okulla ilgili işlerini yaparken ben de boyama kitabımla uğraşarak ona eşlik ederdim. Hem onun öğrencilerine hazırladığı el işlerine falan yardım ederdim. Çok severdim o renkli işleri.

Şimdi ise son sınıfım ve bizimkilerin benden beklentilerini tahmin ediyorsunuzdur. Adı onları gururlandıracak bir üniversitenin kariyer yapabileceğim bir bölümünü iyi bir dereceyle bitirmem. Aslında üniversite konusu tamam, iyi derece de tamam ama maalesef istediğim bölüm hiç de onlara göre değil. Resim ve heykel onlar için sadece bir uğraş. Zengin uğraşı. Orta halliler kariyer ve kazanç ile uğraşmalıdır zenginlerin hobileriyle değil.

Ah ders zili çaldı. Ve işkence başlasın!

----------
Keyifli okumalar (:

✔️Not a Slave But a ToyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin