Seullü'nün Hayatı~
"Sevgilim gecikeceğiz!" sekerek elindeki topukluyu ayağına geçirmeye çalışan 'sevgilim'di bu.
"Tamam Jaehee bağırıp durma!"
"Evlilik kararından sonra ilk yemek bu! Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun?"
"Zaten iki yıldır beraber yaşıyoruz ve evlilik kararı kimse için sürpriz olmadı. Sen ne diye bu kadar büyütüyorsun ben de bunu anlayamıyorum?" diyerek odadan çıktım. Siyah takımımla yakıyorum yine.
"Kıravat takmalısın!" dediğinde yapmacık bir tatlılıkla tısladım.
"Öldüğümde cesedime takarsın!"Kargaşa içinde ailelerle yenilecek yemeğe hazırlanıyorduk. Biz kim miyiz? Ben Jeon Jungkook ve bu da nişanlım aka babamın ortağının kızı Min Jaehee.
İkimiz de klasik, filmlerde gördüğünüz, şımarık zengin züppeleriyiz. Altın kaşıkla doğmuşuz neticede. Dadılar, özel okullar, pahalı oyuncaklar, en iyi kıyafetler, yurt dışında tatiller, geziler.... Zenginiz işte. Hayal edin ve olsun.
Hayatımdan asla şikayet etmedim. Hiç sıkılmadım. Daima eğlenecek bir şey bulmuşumdur. Eh bir de iş hayatına atıldıktan sonra para üstüne para koymak insanı baya bir mutlu ediyor. En azından beni. Şirkete ettirdiğim her kar, bana son model arabalar, en iyi takım elbiseler, şişkin bir banka hesabı ve çeşitli gayrimenkuller olarak geri dönüyordu. Kim şikayet eder bundan? Eh bir de minik hobim var. Şu sıralar biraz ara verdim sadece, o da dikkat çekmemek için. Çünkü evlilik arifesinde bir adamım ben.
Evet evlilik. Jeonlar ve Minler biricik çocuklarını sonunda evlendirmek için ikinci adımı atmıştı. Doğru duydunuz ikinci adım. İlki benim Jaehee ile sevgili olmaya ikna edilmemdi. Resmen ve tamamen planlı bir hareketti. Neden mi Jaehee? Zengindik, zenginlerdi. Şirket ortaklarıydık. Aileler iyi anlaşıyordu. Toplumda önemli yeri olan kişiler olarak birbirimizden başkasıyla olmamalıydık. Falan, filan, ve benzeri.... Annelerimizin zikir gibi tekrarladığı sözcükler yaklaşık olarak bunlardı.
Aslında bana göre hava hoştu. Tam anlamıyla kendi sosyal statümüzdeki adamlar gibiydim. Babam ve Bay Min gibiler yani. Mesela Jaehee birçok kez onu aldattığımı öğrenmiş olmasına rağmen tepkisizdi. Onun da annemden ve annesinden yani yine sosyal statümüzdeki diğer birçok kadından farkı yoktu.
Ne demişler bir erkek iki nedenden dolayı aldatmaz. "Ya parası ya da zamanı yoktur." Eh bende her ikisinden de oldukça bolken neden bencillik edeyim ki? Hem daha evlenmemiştik. Tabi gözünün içine baka baka aldatan biri değilim ama özel bir saklama çabasına da girmem.
İkimiz de hazır olduktan sonra garaja gitmek için asansöre bindik. Aşağı inene kadar ne kadar geç kaldığımızı ve ne çok ayıp ettiğimizi sayıklayıp durdu. Bir yandan da asansörün aynasına dönmüş yeni yaptığı makyajının bozulup bozulmadığını kontrol ediyordu. Asansörden inip hızla arabaya doğru yürüdüm. Yepyeni, son model, oldukça koyu mavi bir spor araba olan arabama. Çift kapılıları seviyorum ne yapabilirim ki...
Araba kullanmada da oldukça iyiyimdir. Çabucak gelmiştik restorana. Üstelik genelde belli bir sınır içinde takılan aslizedeler olduğumuzdan gideceğimiz yer uzak değildi. Restorana girdiğimizde saat tam sekizdi.
Annem, Jeon Bomi, gönül kadını, büyük yardımsever ve kendini vakıflara adamış muhteşem varlık sağ elini sol omzuma koyduktan sonra sağ yanağını da bana doğru uzatıp rujunu asla bozmayacak şekilde öptü beni. Aynı nezaketi müstakbel kayınvalidem de göstermişti. Ben de onlara en sevdikleri kelimeleri tekrarlayarak beylerin yanına ilerleyip tokalaştım.
Ve babam Jeon Joonggil tam bir zengin iş adamıydı. Şu göbekli olanlardan sanmayın ha iyi bakar kendine. Spor salonunu ve haftada bir yüzmeyi asla ihmal etmez ve mutlaka yediğine içtiğine dikkat ederdi. Traşı, saçı, kıyafetleri önemliydi. Dış görünüş zaten olan prestiji arttırırdı ne de olsa. Eh ben de o açıdan onun bi tık daha mükemmel bir kopyasıyım -övünmek gibi olmasın.
"Ah ne kadar küçük bir taştı öyle değil mi? Bir de seninkine baksana hayatım."
Annemin kim olduğunu anlamadığım birini yerip Bayan Min'in kolyesini övmeye başlamasıyla onlara döndüm. Sesini sadece bir amaçla yükseltir. İltifat için.
Aile yemeklerimizin vazgeçilmezi; birbirini izleyen iltifatlar silsilesi! Asla değişmez bir külttür bu. Kadın da olsanız erkek de fark etmez. İltifat etmelisiniz.
Anneler birbirlerine ettikleri övgü sözcükleri tükenince vakıf işleri ya da başka kadınların takıları, kıyafetleti, davetleri gibi asla dedikoduya girmeyen kalbur üstü muhabbetler ederken, babalar iş konusunda bizimkini ve diğer şirketleri konuşurlardı. Biz de Jaehee ile cinsiyetimize göre uyum sağlardık.
Babamların sohbeti biraz tekrar niteliğindeydi bu sefer. Görünen o ki geçen haftadan bu yana pek ilerleme kaydedememiş iş dünyası. Yine de bizimkilere katılmak sorun değildi. Gayet güzel ayak uydururdum. Sonuçta onlardan biriydim. Saat dokuz buçukta kalktık her zaman ki gibi. Jaehee'yi eve bıraktım. Barbar'a gittim. Bizim gibiler için ne ironik isim değil mi? Aslında değil. İç yüzümüzü görmeniz lazım. Barbar az kalır bazılarımıza. Ama eğlenmek eğlenmektir çeşidi fark eder mi? 27 yaşımda sağlıklı, çekici, bekar bir erkeğim ben.
Jaehee konusu biraz farklı. Birbirimizi sevmediğimizi anlamışsınızdır. Aşık değildim ona ama benimsemiştim. Bizim burada işler böyle. Araba seversin, yalı seversin, gittiğin kulüpte denediğin yeni içkiyi ya da 28 metrelik bir yatı seversin ama insan sevmesizsin. Sana onun, onun sana bir faydası olana kadar... Ki bu da baya uç bir durum çünkü senin kimseye ihtiyacın yoktur. Adın ve paran dışında. Kısacası sevgi; kullanılan şeye, ihtiyacı kadar duyulur.
"Selam Kook?" pahalı parfüm, pahalı kıyafetler, değerli mücevherler, ucuz karakter. En tehlikeli kombin. Sanki keyfimi kaçırmak için doğmuş gibi sırıtarak yüzüme bakıyordu Seo İn Ha...
----------------------
Keyifli okumalar (:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️Not a Slave But a Toy
FanfictionJimin, okul masraflarını karşılamak için haftanın dört günü şehirdeki en iyi restoranlardan birinde çalışıyordu. Hayatının daha yaşanılır olmasını istemek suç muydu? Hayır. O da böyle düşünerek zengin bir ailenin ve büyük bir holdingin varisi olan J...