U. Sen?

3.4K 283 107
                                    

Sabah saat altıdaki uçakla dönmüştük. Bay Lee bugünlük izin vermişti bize. Zaten sadece onunlaydı dersimiz ve yüzüne bakınca adamın akşamdan kalma yorgun ama keyifli hali görünüyordu.

Döndüğümüz için, bugün tatil olduğu için ve bugünü hiç hareket etmeden geçirmeye karar verdiğim için içim içime sığmıyordu. Çıkışta yine okulun evlere dağılmamız için ayarladığı araca giderken spor arabasına yaslanmış olan Jungkook hyungu görmek o sığmayan hisleri taşırmıştı.

Çok yakışıklı gerçekten.

Evet yakışıklı bir hyungum var!

Hmm kandır kendini. Hıh hyungmuş.

Hyung tabii! Namjoon gibi kan bağımız olmasa da hyungum!

Namjoonla ilgili benim haberim olmayan kaç ıslak rüyan var ha Jiminie?

İçses sus kafamı karıştırıyorsun.

Ben senim. Düz mantık düşünürsek bu kafa karışıklığını sen istiyorsun. Kalbin istiyor.

Kes artık!

"Jimin?" diyerek arabadan ayrılıp yanıma yaklaşan adama baktım. Sanırım iç sesim haklı. Bu karmaşayı kendime ben yaşatıyordum.

Ben hiçbir şey söyleyemeden bavulumu kulbundan tutup sürüklemeye başladı. Olduğum yerde hala iç sesimle çatışırken tekrar sesini duydum.

"Jimin." Hala mı yerimden kımıldamamıştım?

Evet salak ona karşı olan düşüncelerinin düşünce değil his olduğunu fark edince dondun.

"Sus artık sus!"

"Jimin iyi misin?" Endişeyle yüzüme bakıyordu. "Ağlıyor musun sen? Bir yerin mi ağrıyor yoksa?" deyip ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Hafif eğilip dikkatle yüzüme baktı.

"Çok yoruldum hyung." dedim burnumu çekip. "Sadece yorgunum."

Elimi tutup beni arabaya götürmeye başladı. Kapıyı açıp arabaya bindirdi ve tüm bunları yaparken gülüyordu. Sesli bir şekilde...

"İnsan yorgun olduğu için ağlar mı?"

"Ağlamaz." diye cevapladım.

"Şu haline bak Jimin!" deyip güneşliği indirdi ve oradaki küçük aynadan yansımamı gösterdi. Tanrım yirmi yaşıma girmeme iki aydan az kalmışken bebek gibi dudak sarkıtıp somurtuyordum.

Eve vardığımızda hemen odama geçip bavulu iki komidinin arasındaki boşluğa koydum. Şu an onu boşaltmak hiç cazip gelmiyordu sadece tam fermuarın kapandığı yere yakın koyduğum salon için aldığım bibloyu çıkardım. Beğeneceğini umarak, heyecanla sıkı sıkı tuttuğum paketle odamdan çıktım.

"Jimin benim şirkete gitmem lazım. Akşam yolculuğunu detaylıca anlatırsın! Bu arada kapı şifresini değiştirdim. 5813 unutma sakın!" deyip kapıyı çarpıp çıktı.

Bu üzmüştü. Biraz olsun konuşmaya vaktimiz olur sanıyordum ve arabada anlatmak istemediğim için eve kadar beklemiştim.

Ah ne kadar aptalım! Pazartesi sabahı beni almaya gelmiş olması bile yeterli olmalıydı ama ben evde yanımda kalmadığı için mızmızlık ediyordum.

Hem o gelene kadar düşünmem gereken konular vardı.

Atölyeme gittim. Tam girişin yanında bordo bir kanepe vardı! Başımı sağa çevirince şövalemi görüyordum. Karşımda ise Seul. Elimdeki pakete baktım. Yerimden kalkıp şövaleme temiz, dikdörtgen bir kanvas yerleştirdim.

Şövalenin başından karnımın guruldaması ve mesanemin patlama raddesine gelmesi dışında kalkmadım. Saatler alsa da bitmişti. Telefonumun çalmasıyla çıkmıştım girdiğim transtan.

"Geliyorum." Yazıyordu mesajda.

Bu kısacık kelimeyi görmek bile güzeldi. Gelsin istiyordum. İki gündü belli ama daha uzun gibiydi bu süre. Salondan görünen şahane manzaraya karşı oturup kahve eşliğinde sohbet etmeyi özlemiştim.

Hemen kalkıp dolaptaki güveci çıkardım. Yanına yeşil salata yaptım. Su bardakları, servisler, tabaklar, çatal-kaşık ve atıştırmalıklar da çıkınca tamamdı sofra. Kapı çalana kadar hazırdı her şey.

Kapı çalan kadar...

O, asla kapıyı çalmazdı.

Açıp açmamak arasında gidip geliyordum. Tam onun geliş saatiydi ama gidemiyordum kapıya.

Bir kere daha çaldı. Bir daha... Bir daha... Açamadım. Çünkü Jungkook hyung kapı çalmazdı. Yavaşça gidip sandalyeye oturdum. Açmayacaktım. Açmadım da. Bu küçük sessiz bir anlaşma gibiydi aramızda. Kapı çalmak yoktu.

Jungkook hyung o akşam yemeğe gelmedi. Bekledim. Aradım ama açmadı telefonunu. Biraz daha bekledim. Soğuyan yemeklerden kendime yetecek kadarını ısıtmak için tavaya koydum. Isıtıp yedikten ona ayırdığım kısımla beraber topladım masayı. Hazır bekletmenin bir anlamı yoktu. Biraz da hayal kırıklığındandı sanırım.

Atölyeme gidip bordo kanepeme uzandım ve yeni başladığım tuvale bir de gece görüşüyle tavanda yanan ışık altında baktım. Dikkatimi veremiyordum resme. Devamlı telefonun ekranından saati kontrol ediyordum. Saat ilerledikçe merakım arttı. Tekrar aradığımda telefonunun kapalı olması iyice arttırdı bu merakımı.

Gece yarısına bile gelmeden yolculuk ve sonrasında saatlerce yeni projeyle uğraşmak yormuştu. Gözlerim kapanıyor uyku çöküyordu üzerime ama bunu hissetmeme rağmen kendimi bırakmıyordum. Sırf bu yüzden yatmak ya da uzanmak bir yana oturmayıp pencerenin önünde öylece duruyor görmeyen gözlerle yavaş yavaş azalan şehir ışıklarını izliyordum.

Ne kadar zaman böyle durdum bilmiyordum ama kapıdan şifrenin tiz bip sesleriyle ayakta uyumakta olan zihnim açılmıştı.

Büyük bir hevesle arkamı döndüm ve beni görmeyi beklemeyen aynı zamanda görmeyi beklemediğim biriyle karşılaşmıştım.

"Sen?"

Bir an olmam gereken en yanlış yerde olduğumu düşünmüştüm.

"Evet, o, hık." dedi bağırarak ve hıçkırıklar arasında ayakta duramayacak kadar sarhoş ev sahibim. "Beraber taşıyoruz biz! Hık. Hık"

"Yaşıyoruz demek istedin sanırım...!" dedi bir kolu omzunda olan gözleri bende kilitlenmiş olan sitemle.

"Ben ne dedim... Yaşıyoruz işte...!"

"Jungkook'u içeri götürüp geleceğim sen de bana burada neler döndüğünü açıklayacaksın."

Başımı sallamıştım sadece. Şaşkındı bakışları, aynı zamanda kızgınlık pırıltıları ve hayal kırıklığı dolaşıyordu kahve irislerde. Sendeleyerek Jungkook hyungun iri cüssesini içeri taşıdı. Yardım teklif bile edememiştim.

"Ne gibi bir ilişki var aranızda?"

Kapıdan girer girmez konuşmaya başlamıştı. Oturmak gibi bir harekette bulunmadı bile.

Neden suçlu hissediyordum? Adı kadın ve erkeklerle yaşadığı gönül eğlenceleriyle çapkına çıkmış ve aynı zamanda nişanlı bir adamın evinde onu bekliyor olduğum için. Az önce beraber yaşadığımızı söylediği - ki karşımdaki hesap soran bakışlar bunu çok yanlış anladığını belli eder nitelikteydi - için. Bursumu ödeyip kalacak yer verdi demek kulağa ondan yararlanıyor ya da beni kullanmasına izin veriyor demek gibi geleceği için...

"Bir cevap verecek misin?"

~~~~~~~~~~~

Keyifli okumalar (:

✔️Not a Slave But a ToyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin