Seullü'den
İnişli çıkışlıdır hayat, fakat biz bunları dipte ve gökte yaşıyor asla sakin çizgide kalamıyorduk.
Eski bana baktığımda artık bir yabancı görüyordum. Ne kibrim ne de boşvermişliğim aynıydı. Hayatımdakileri ve en çok da kendi hislerimi önemsiyordum, olması gerektiği gibi değil, olmasını istediğim gibiydi artık hayatım ve yaşadığım bana yakıştırılan değil, yakıştığını düşündüğüm hayattı.
Son bir haftadır günün sonunda gitse de benden, evimizdeydik. Gün doğumunu değilse de tertemiz yaptığımız atölyesinde bordo kanepede günbatımını izledik bir hafta boyunca hergün. Bu bile yetiyordu o doyumsuz, eski bana. O minik avcuyla uzattığı mutluluk, aşık beni doldurup taşırıyordu.
Öyle sarhoştum ki bu mutlulukla, bozulmasından, bir hata yapmaktan korkuyordum. Babamın kendisiyle konuştuğunu bildiğimi ima dahi edememiş, onun söylemesini beklemiştim ama hiç bahsetmemişti bu konudan. O gün biraz mesafe koyar gibi olmuştu sanki ama izin vermemiştim. Benden uzaklaşmasını istemiyordum aksine açık olsun, aklındakileri paylaşsın, içini döksün istiyordum.
Yılbaşı akşamı her sene düzenlenen aile yemeğine katılmama kararı almıştım. Senelerdir ilk defa yemekte onlarla olmayacaktım. Olmak istediğim yerde ve senelerdir içinde bulunduğum mutlu rolünden uzakta gerçekten mutluydum.
Jiminle beraber, sakin ve daha nicesini yaşayacağımız bir yılbaşı gecesi olmalıydı bu ve olmuştu da.
Sabah erken saatte yavaşça yanıma girip sarılmasıyla uyanmış, çatallı, yarı uykulu sesimle, yumuşacık sesiyle fısıldadığı günaydın deyişine ve sarılışına karşılık vermiştim.
Bu kadar erken bir saatte geleceğini düşünmüyordum ama bekliyordum. Gecenin bir yarısı, gün içinde bir an, sabahın körü... Onu her an, her saniye bekliyordum.
Günaydın deyişimle uyandığımı fark edip daha rahat sarıldı, havanın neden olduğu soğukluğunu atmak için sıcaklığıma sığındı. Hissettiği sıcaklıkla titreyip minik bir hapşırık bırakmasıyla uykulu halime rağmen gülümseyip daha da sarıldım.
"Seni seviyorum." dedi başını gömüp. Son bir haftadır hergün söylüyordu bunu ve her defasında karşılığını alıyordu.
"Ben de seni seviyorum evrenim." dedim. Bıraktığı minik kıkırtıdan sonra uyuyakaldı. Hava hala aydınlanmamıştı bu yüzden saçlarını kokalaya koklaya uykuya daldım.
Son zamanlarda dışarıda olduğumuz zaman tedirgin olduğunu fark ettiğim için hep kalabalıktan uzak, tanıdığımız insanların yanında ya da evdeydik. Bugünü de evde geçirebileceğimiz şekilde planlanmıştım. Akşama doğru Tae ve Yoon gelecekti.
Sabah uyandığımda hala uyuduğunu görüp mutfağa gittim. Eskiden hep bana yaptığı gibi onun için kahvaltı hazırladım. Sevdiği kruvasanlardan sipariş verip pastane çalışanı geldiğinde haber verilmesini istedim. Böylece Jimin uyanmadan kapıyı açabilirdim.
Her şey hazır olunca gidip kapıya yaslanıp kollarımı göğsümde bağlayıp uyuyan meleğimi izledim. İçime dolan ağlama hissi asla gitmeyecekti. Birgün bana yine eskisi gibi açık olmasını dilemekten başka şansım yoktu. Ondan bir işaret gelmediği sürece sarılmaktan daha öte gitmeyecektim. Tek amacım onu mutlu etmeye odaklanmaktı.
Babamla dün yaptığımız konuşmayı düşündüm onu izlerken. Jimin’le görüştüğünü annemden öğrenmiş hemen babamın şirketteki odasına gitmiştim. Tedirgin değil sinirliydim ama öyle esip gürleyen bir sinir değildi daha çok alanıma müdahale edilmedine izin vermeyeceğimi belirten sert, soğuk bir sinirdi üzerimdeki çünkü babamı tanıyordum, o da beni. Sakince oturup ne yaparsa yapsın Jimin'i bırakmayacağımı ve onun da beni bırakmaması için elimden geleni yapacağımı söyledim. Onaylamadığını belirten birkaç soğuk sözcük çıkmıştı ki ağzından umursamadığımı söyleyerek çıktım odasından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
✔️Not a Slave But a Toy
FanficJimin, okul masraflarını karşılamak için haftanın dört günü şehirdeki en iyi restoranlardan birinde çalışıyordu. Hayatının daha yaşanılır olmasını istemek suç muydu? Hayır. O da böyle düşünerek zengin bir ailenin ve büyük bir holdingin varisi olan J...