17.BÖLÜM: SARILMAYA MUHTAÇ YARALAR

9.3K 536 330
                                    

2007 / EKİM

'Dünya hassas kalpler için cehennemdir' diyen Goethe'nin o sözü gibiydi yaşam, dünyadan nefes soluyan o hassas kalpler yüzünden insan bazen ruhuna ve bedenine zehir pompalanır gibi hissediyordu.

Dünyadaki cehennemin sebepi yitip giden vicdanlar mıydı, oturtulamayan adalet miydi, kullanılmayan akıllar mıydı, mühürlenen kalpler miydi bilinmiyordu, bilinemiyordu. Kalp ve vicdanla yaratılmış insanların bazılarından, onları insan yapan bu iki şey nasıl yok oluyordu, nasıl hiç görünmeyecek, farkına dâhi varılmayacak hâle geliyor ve bu sıradan gözükmeye başlanıyordu, bilinmiyordu. Sadece yitiyordu, insanlık gözler önünde usul usul çekip gidiyor ve insanlar buna sadece seyirci kalıyordu. Belki de çoğu, gözlerine sarılmış kör eden kara kumaş yüzünden insanlığın gittiğini bile fark etmiyordu.

Kışın hâkimiyeti altında bacasından duman tüten bir evin bir odasının köşesine çekilmiş, bacaklarını karnına çekmiş, ürkek gözlerini yere dikmiş, öylece bekleyen ve öylece düşünen kız çocuğu, yitip giden insanlığın kurbanlarından yalnızca bir tanesiydi. Gözlerini açıyor, annesinin ölüm anını hatırlıyor gözlerini kapatıyor, sıkılmış bir kurşunun sesini en içinde hissederek irkiliyordu. Ağlamıyordu. Ağlayamıyordu. Gülmüyordu. Gülemiyordu. Sadece öylece ve öylesine bekliyor, sadece korkuyor ve umursanmıyordu.

Suçunun ne olduğunu bilmeden günlerce azarlanışı, onu kendini suçlamaya itmeye başlamıştı. Annesini kendisinin öldürdüğünü düşünmeye başlamıştı. Babasının onun yüzünden hapsedildiğini düşünmeye başlamıştı. Yalnızlığını iliklerine kadar hissetmeye, hissettikçe korkmaya, korktukça üşümeye başlamıştı. Bedeni titremiyordu, bakışları titriyordu, ruhu sarsılıyordu. Kimin suçlu olduğunu bulamıyordu, kimden korkması gerektiğini bilmiyordu, annesinin neden o toprak altında koskoca bir haftadır beklediğini, ona neden yedi gecedir sıcak buselerle sarılmadığını bilmiyordu. Konuşmuyordu, bir haftadır ağzından tek kelime çıkmamıştı ve hâlâ çıkmıyordu, tam bir sene boyunca da çıkmayacaktı. İnsanlar onun şoktan dilsiz kaldığına inanana dek konuşamayacaktı.

Aniden, amcasının evinde bulunduğu odanın kapısı açıldı. Zaten korkak duran bakışları yine titredi ve hızla havalandı, içeriye giren yengesine ulaştı. Ona kaşlarını çatmış, öfkeli bakan yengesine korkakça baktı.

"Daha orada kaç saat oturacaksın?" diye yüzünü buruşturarak, ters ters bu soruyu soran yengesine yutkunarak baktı ve cevap veremedi. Yaşam fonksiyonlarını unutmuş gibiydi, konuşmayı geç, acıktığında yemek yemesi gerektiğini bile hatırlayamıyordu, birisi getirip ağzına sokmadıkça da yemiyor ve içmiyordu, sadece nefes alıyordu.

Yengesi üzerine yürüyüp onu yanaklarından asılarak yüzüne baktırttı, bakışları iyice ürkekleşti. "Bana artık bir cevap ver," diyen yengesi elini sıkılaştırdıkça kız çocuğu o gece babasının da onu öyle sıktığını hatırlıyor, devamında benzeri olur diye korkarak asla sesini çıkarmıyor ve asla ağlamıyordu. Yengesi yüzüne eğildiğinde onun korkunç gözlerine korkuyla bakmaya devam etti. "Dilini mi yuttun? Yoksa bu yaşında sebep olduklarını gördüğünden, seni besleme gibi evime almaya mecbur kalışımdan utandın da dilsiz rolü mü yapmaya başladın?"

Sadece yutkundu, hiçbir tepki vermeden, ateş saçan gözlere bakmaya devam etti. Yengesi iyice dibine girdi. "Ne rolü yaparsan yap, seni burada uzun uzun beslemeyeceğim anladın mı? Sığıntı gibi burada kalamayacaksın. Senin yüzünden hapse girmiş babanın çıkmasını beklemeyeceğim! Senin yüzünden geberip giden o annenin de dirilip seni yine prenses gibi büyütmeye başlayamayacağını da biliyorsundur umarım? Felaketin beden bulmuş hâli olduğun daha doğduğunda bile belliydi zaten, al işte anneni öldürdün babanı hapse yolladın, hiç şaşırmadım. Bacaksız bela!"

SÜKÛTA MAHKÛM VİCDANLAR •tamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin