18.BÖLÜM: ZİHİNLER VE SİSLER

8.1K 500 406
                                    

Selamün aleyküm ama aktifliği ve satır arası yorum yapmayı azalttığınızda benim de bölüm yazma ve atma isteğim azalıyor haberiniz olsun, tşk.

------

18.BÖLÜM: ZİHİNLER VE SİSLER


Müslüman doğduğun için mi Müslümansın, İslam'ı tanıdığın için mi?

Kendime bugün birkaç sefer bu soruyu sormuşken, cevabından emin değildim. İslam'ın ne olduğunu biliyor, hayatımdaki yerini bilmiyordum. Müslüman olduğumu biliyor, ama neden Müslüman olduğumu bilmiyordum. Çevremdekiler İslam'a mensup olduğundan mıydı? Ya da kimliğimde İslam yazdığından mıydı? Nedeni neydi bilmiyordum ama pek de maneviyatlı bir cevabım olduğunu sanmıyordum. Dinime İslam derken, İslam hakkında tek bildiğim şeyin onun bir din oluşuydu ve başka hiçbir şey bilmeyişimin bir açıklaması olamazdı. Sanırım... biraz formaliteden iman ediyordum. Yoksa hiçbir günah sevabı umursamayıp, hatta onları öğrenmeye bile uğraşmayıp, ne Kur'an'ı ne iman ettiğim peygamberi tanımaya kalkışmayışımın başka ne gibi bir açıklaması olabilirdi ki? Günde beşten fazla kez alnı secdeyle buluşan bir adamla aynı dine mensupken, benim nasıl secde edilir onu bile bilmeyişim nasıl açıklanabilirdi ki? Bizi ayıran neydi? Beni İslam'ı yaşamaktan uzağa atan hangi güvenceydi? Benim onun üzerine ne gibi bir lüksüm vardı da, o bir şeyler için çabalarken ben sadece uzaktan bakıyordum?

Belki de bana İslam'ı hatırlatacak kimse ve hiçbir şeyin önüme çıkmayışıydı aramızdaki bu farkın nedeni. Ya da bu ardına sığındığım bir bahaneydi. Çünkü dinim olduğunu iddia ettiğim İslam'ı hiç merak edip araştırmaya kalkmayışım biraz da benim tembelliğim, benim umursamazlığım olmalıydı. Belki hatırlatacak kimsem yoktu ama düşünebilecek aklım vardı, ve o akıl oradayken ardına sığındığım hiçbir bahane geçerli kılınamazdı.

Arkın Aral'ın yüzü önce sağ, sonra sol omzuna döndüğünde namazını bitirdiğini anlayıp düşüncelerimden sıyrıldım. Saat kaçtı bilmiyordum ama göğün renginden ve onun namaz kılmasından anladığım kadarıyla, güneşin doğmasına çok kalmamıştı. Dün akşam, dizlerimde uyuyan onu izlerken ve onu düşünürken koltukta uyuyakalmış olmalıydım, uyandığımda yatağımdaydım. O yatağa ne zaman kendi ayaklarımla gireceğimi ben de bilmiyordum.

Uyandığımda geldiğim ve birkaç dakikadır odasının kapısından, namaz kılarken onu izlediğim Arkın Aral'ın yüzü bana doğru döndü. Oda zifirî karanlık değildi, yüzünü biraz seçebiliyordum ama ifadesini okuyamıyordum.

"Erkencisin yine," diye az boğuk bir sesle konuşurken yerdeki seccadeyle birlikte kalkıp kuru boğazını temizledi. Seccadeyi dürüp kenara bırakırken yüzü yeniden bana döndüğünde başımı usulca sallayıp odaya adımladım.

Pencereden hafif bir kızıllık süzülüyordu. Odada karanlığa karışmış hafif bir aydınlık mevcuttu, bir de o içe çekilip hiç geri verilmeyesi kokusu...

"Dün sen uyuyakaldığında ben de uyumuşum, o yüzden sanırım," diye mırıldandım, sesim uyku sersemi çıkmıştı. Tek eliyle gözlerini ovuşturup alnındaki saçlarını arkaya taradı, bir eli saçlarındayken diğerini bacaklarındaki siyah eşofmanın cebine sokup balkon kapısının önüne gitti ve dışarı bakınmaya başladı, diğer elini de cebine aldı.

"Kar yağıyor."

"Ya," diye mırıldandım. "Doğru dürüst yağmadı hiç bu yıl, tutsa bari."

SÜKÛTA MAHKÛM VİCDANLAR •tamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin