-15- / 2
Düşünceli ve otoriter bakışlarını karşısındaki gence çevirdi Orhan Bey. Geldiğinden beri oğlunun evde ruh gibi dalgın dolaştığının farkındaydı ve buna bir türlü anlam veremiyordu. Bu süre zarfı içinde ne olmuştu da neşeli, cıvıl cıvıl çocuk bu hâle gelmişti. Dahası, âşık olduğunu iddia ettiği kızı bırakıp istemediği bir evliliği neden kabul etmişti birdenbire? Ona göre hava hoştu, tek isteği oğlunun evlenmesi ve bu rezaletin son bulmasıydı ama bu ani dönüş niyeydi? İşte tüm bu soruların cevabı karşısında kapalı bir kutu gibi ezik büzük duran Burak'ta gizliydi. O oğlunun kara kutusuydu. "Sen o kızı gördün mü?"
"Hangi kızı?"
"Burak, bana kelime oyunu yapma e mi evladım? Durduk yere seni de yamultmayayım, arada kaynama istersen. Burç'un sevdiği kızdan bahsediyorum!"
"Orhan amcacığım, yani ben tabi ki size faydalı olmak için elimden geleni yaparım çünkü siz benim Orhan babamsınız ama..."
"Uzatma! Soruma cevap ver; gördün mü, görmedin mi?"
"Yok, ben görmedim. Daha çok duydum diyebiliriz. Burç bana az çok anlattı. Tabi ben dedim. Yapma dedim, etme dedim. Kendini bitirme dedim. Ama dinletemedim. Çok seviyorum oğlum, âşığım falan dedi. Hatta yüzük falan almıştı en son, evlilik teklifi edecekti. Ama sonra ne oldu da bu hâle geldiler bilemiyorum tabi." Burak'ın da kendine göre hesapları vardı. Bildiklerinin yalnızca bir kısmını paylaşıyordu, daha fazlası Burç'un dostluğuna ihanet olurdu onun için. Bu yüzden salağa yatmak en akıllıca hamle olurdu onun için. Laf kalabalığıyla yaşlı adamın kafasını karıştırırsa ne âlâydı.
Orhan Bey ise "Belli ki kız bunu terk etmiş. Yani evlilik teklifi ettiyse neden dönüp gelsin ki? Kız buna sepet havası çalmış belli." diye sesli düşünürken neler olup bittiğini çözmeye çalışan bir dedektif edasıyla yaklaşıyordu olaya.
Bu durumu fırsat bilen genç adam "Ben artık izninizle kalkayım Orhan amcacığım, öğle vakti de yaklaştı." diyerek oturduğu koltuktan çekingen bir tavırla kalktı.
Gözlerini kısarak alaycı bir ifadeyle "Hayırdır, öğle namazını mı kaçırıyorsun çocuğum?" sorusunu yöneltirken yaklaşımı kuşkulu olmaktan çok uzaktı.
"Yok, öyle değil de... İşler beni bekler. Ama tabi sen kal dersen benim boynum kıldan incedir senin karşınca Orhan amcacığım, sonuçta babamdan çok emeğin-"
"Hadi be kes, yalakalığın lüzumu yok." Ufak bir el işareti eşliğinde "Gidebilirsin." yanıtını verdi adam. Ne de olsa alacağı kadar laf almıştı ağzından bu zıpçıktının. "Yalnız bak bir daha bu nikâhı baltalayacak bir olaya çanak tutarsan seni benim elimden kimse alamaz Burak efendi, anlaşıldı mı?" bakışlarındaki kararlılık ve otorite karşısındaki çocuğu korkutmak için yeter de artardı bile. Ezelden beri onu korkutmak Orhan Bey için hep kolay olmuştu zaten.
"Aşk olsun Orhan amcacığım, bundan sonra siz nerede durmamı isterseniz orada duracağım. Sus dediğiniz yerde susacağım, konuş dediğiniz yerde konuşacağım. Hatta tuvalete bile-"
"Laf salatasını bırak, hadi işinin başına!"
Burak saygılı bir biçimde hızlıca eğilip "Emredersiniz, kaçtım ben müsaadenizle." diyerek çıkışa doğru yürüdü. Detaylı bir paylaşımı olmasa da Burç'un sevdiği kızla alakalı birkaç şey söylemişti, acaba arkadaşı bunu öğrenseydi kendisine çok kızar mıydı? Bilmiyordu. Ama bu gayet kârlı bir anlaşmaydı Burak için. Orhan amcasından dayak yemektense Burç'un öfkesini çekmeyi tercih ederdi. Çünkü biri depremse öteki tsunamiydi ve tsunamiden kurtulmak, depremden kurtulmak kadar kolay olmuyordu ne yazık ki. İşte Burak'ın hayatı da böyle tehlikeli sularda yüzmekle geçip gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu ღBİTTİღ
HumorBirbirinden habersiz, gelinin de damadın da düğününden kaçtığını düşünün. Eş zamanlı olarak... Gelinsiz, damatsız bir düğün... Ve kader onları tekrar karşılaştırırsa, ne olur? ♚ ♔ ♚ Gülmeye ve birbirinden tuhaf tesadüfl...