-17- / 2
Kafasını dağıtmak için çıktığı kısa gezintide uzun uzun düşündü. Neler olduğunu, bundan sonra neler olacağını... Alara oldukça öfkeliydi ve bu öfkesi de öyle kolay kolay geçeceğe benzemiyordu. Hele onun "Bu hareketinle beni bir daha hiç kazanmamak üzere kaybettin Burç!" sözünü aklından çıkaramıyordu. O cümle kulaklarında defalarca yankılanıp durmuştu. Bunları söylerken genç kızın gözlerinde harlanan alevler de hafızasına kazınmıştı sanki. İstese de silemiyordu. Bir daha onu kazanabilecek miydi, hiç bilmiyordu. Çünkü kendisi de en az onun kadar öfkeliydi. Hem Alara'ya hem de kendisine... O aptal yalanı söylemeseydi şimdi bu durumda olmayacaklardı. Alara'nın onu terk edip gitmesi bir kez daha aşk denen şu nanenin ne kadar sinir bozucu bir duygu olduğunu hatırlatmıştı kendisine. Oysa asla âşık olmam derken birden düşüvermişti bu belaya. Daha önce aşk sandığı çok duygu yaşamıştı. Ancak bu ilkti. Böylesi daha önce başına gelmiş değildi. Öyle ki, ne yapacağını bilemez hâldeydi.
Bahçede yarım saat kadar dolaştıktan sonra otel odasına geri döndü Burç. Odanın kapısında genç kızla karşılaşmayı beklemiyordu doğrusu. Aynı öfke ve çaresizlik barındıran bakışlar ayna gibi bakıyordu şimdi ona.
Alara da bir o kadar sinirliydi Burç'a. Belki de bu konuyu gereksiz yere uzatıyordu. Dışarıdan hiç de öyle affedilemez bir hata gibi durmuyordu belki de, kim bilir. Ama bunu kalbine anlatması çok zordu. Daha önce Burç'u karşısına alıp konuşmasaydı, onu işleri berbat etmemesi konusunda uyarmasaydı bu kadar öfkelenmezdi aslında. Her şeyi bile bile yapmıştı bu hatayı. Sanki seni kaybedecek olmak o kadar da umurumda değil, der gibi. Meydan okur gibi. Bir de bunca hatayı yapmamış gibi hem suçlu hem de güçlü bir biçimde karşısında durabiliyordu şimdi.
İkisi de odanın kapısını açmak için aynı anda manevra yapıp çarpıştıktan ve birbirilerini sıkıştırdıktan sonra Burç bu savaşa ara vermek istercesine geri çekilip "Bayanlar önden." dedi ve sağ eliyle kızı kapıdan içeri buyur etti. Sözlerindeki kinaye ve öfke rahatlıkla okunabiliyordu. Odaya girdiklerinde Burç içinden "Keşke yanımda ulak getirseydim ya da tercüman. Ne bileyim adı her neyse... Şimdi küs hâlimizle nasıl anlaşacağım bununla? Zaten panter gibi bakıyor suratıma, fırsatını bulsa hemen atlayacak üzerime sanki." derken kızın kendini öldürecek gibi bakışlarını görmemek için başını başka yöne çevirdi.
Alara da ondan farklı sayılmazdı. Öfkesinin yanı sıra ufak da olsa bir çaresizlik hissediyordu. İçinden "Biz bununla konuşmadan nasıl anlaşacağız ya?" diye söylenirken o da etrafına bakınmaya başlamıştı.
Aniden kapı çalınca genç çift birbirinden habersiz aynı anda ettikleri duanın Allah tarafından kabul edildiğini düşünürken Burç hızlı adımlarla kapıyı açtı. Gelenin oda servisi olduğunu görünce can simidine sarılırcasına "Hah, gel kardeşim sen şöyle!" diyerek alelacele adamı içeri soktu.
Genç kızın da bu duruma sevindiği gözlerinden okunabiliyordu. "Otur bakayım şuraya sen. Şu beye söyleyecek iki çift lafım var, kendisine tercüme et." Kinayeli bir ses tonuyla "Ben öküzce bilmiyorum da." diye ekledi karşısında duran kibirli kocasına göz ucuyla bakarak. Tekrar oda servisi olan görevliye dönerek "Öküzce biliyorsundur inşallah, beyefendinin bildiği tek dil öküzcedir de." diye sordu.
İki ateş arasında kalmış adam durumdan hiçbir şey anlamadığından, doğal olarak "Anlamadım?" diyerek kalakalmıştı. Nasıl bir ikileme düştüğünün şuan için farkında değildi.
Savaşmaya her an hazırmış gibi görünen Burç, "Sen şu hanımefendiye sor bakalım," diye girdi muhabbete. Bardak çanak kırmaktansa bu şekilde tartışmak daha güvenliydi sanki. "Ben öküzsem, benimle evlendiğine göre kendisi ne oluyormuş acaba?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu ღBİTTİღ
HumorBirbirinden habersiz, gelinin de damadın da düğününden kaçtığını düşünün. Eş zamanlı olarak... Gelinsiz, damatsız bir düğün... Ve kader onları tekrar karşılaştırırsa, ne olur? ♚ ♔ ♚ Gülmeye ve birbirinden tuhaf tesadüfl...