-14- / 2
Kendinde değil gibiydi. Esasında uzun uzun düşünmüştü her şeyi, anlık bir karar olduğu söylenemezdi. Başına gelenleri, ne yapması gerektiğini çok düşünmüştü. Gecelerce otelin barında içerken Alara'nın geri dönmesini beklemişti. Belki pişman olup geri döner, bir şans daha verir ya da en azından açıklamasını dinler... Bilmiyordu, belki de saçmaydı tüm bu düşündükleri ama birini severken saçmalamaktan daha doğal ne olabilirdi ki? Kalbi hızla atarken kim kendi gibi normal davranabiliyordu ki? Hep bir heyecan, hep bir 'Asla yapmam!' dediği şeyi yapma hâli... Aşk buydu işte.
Acısıysa... Daha derindi. İnsanı hiç olmadığı hâline getiriyordu yine. Daha aksi, daha lânet, daha umursamaz ve daha gözü kara. Her şeyini riske atabilecek durumdaydı.
Kapıyı çalarken babasının karşısında dimdik durabilmek için, cesaretini toparlayabilmek için devirdiği içkileri düşündü ve bir an midesi bulandı. Kapıya tutundu. Başı hafiften dönüyor gibiydi. Normalde alkole direnç kazanmış bir bünyesi vardı, ama bu defa nedense midesinde filler halay çekiyor gibiydi. Her şeyi söylediğinde babasının tepkisini ve öfkesinin boyutunu tahmin edebiliyordu. Yardımcılardan biri kapıyı açtığında hızla içeri girdi ve tüm bunları göze alarak salona yürüdü. Her zamanki koltuğunda tüm azametiyle oturan yaşlı adam başını çevirip kendisine baktığında eğer ayık kafayla karşısında olsaydı muhtemelen korkudan tir tir titrerdi. Orhan Aksoy'un ve sert bakışlarının insanlar üzerinde böyle bir etkisi vardı. Ancak şuan içi öyle huzur doluydu ki... Alara'ya hak ettiği cezayı veriyormuş gibi hissediyordu. Biliyordu, evlendiğini duysa da umurunda olmayacaktı ama onun yüzünden kendini ateşe attığını, onu eski şımarık bir playboy olan Burç Aksoy'a dönüştürdüğünü içten içe bilecekti. Onun cezalandırma yöntemi de buydu. Babası tüm küfürlerini sıralamaya hazırlanırken "Baba ben eve geri döndüm. Her şeyi anlatacağım." dedi kesin ve net bir dille.
"Ulan neyi açıklayacaksın? Bizi rezil ettin, ele güne karşı-"
"Birini sevdiğim doğruydu, ama onunla evlendiğim yalan. Onunla ayrıldık... Ne olur bu konu hakkında hiçbir soru sorma, konuşmayalım. Sana istediğin cevabı vermeye geldim."
Oğlunun ciddi yüz ifadesini şaşkınlıkla karşıladı Orhan Bey. Normalde oğlunun şuan ayaklarına kapanması 'Kurban olayım vurma baba!' falan demesi, yalvarıp yakarması gerekmez miydi? Hayta oğlunun tam tersi karakterinde bir klon mu getirilmişti eve? Genç adamın ne kadar üzgün ve kırgın olduğunun farkındaydı ve "Nedir o?" diye sordu temkinli bir yüz ifadesiyle. Bu işin altından ne çıkacaktı, merak ediyordu doğrusu.
Dik duruşundan hiçbir ödün vermeksizin sözlerine devam etti. "Eğer iznin olursa... Yarım bıraktığım işi tamamlamaya geldim. O kızla veya istediğin herhangi biriyle, hiç fark etmez. Kiminle istiyorsan evleneceğim." Artık kiminle evlendiğinin ne önemi vardı ki? Bitmiş bir adamdı artık o, tükenmiş biriydi. Hiç evlenmese, boş hayatını yaşamaya devam etse de birdi onun için.
Uzunca bir süre oğlunun suratına bakıp durdu. Usulca yanına yaklaştı ve elini alnına koyup "Sen hasta falan değilsin, değil mi?" diye sordu. Hasta mıydı acaba? Ateşli bir rahatsızlık mı geçiriyordu? Belki de ayakta havale geçiriyordu ve bu söyledikleri de hastalığın etkisiyle sayıklamalarıydı. Bu çocuk her şeyi göze alıp düğününden kaçan, uzunca bir süre ortalardan kaybolan, çapkınlık için tüm servetini riske atan adam değil miydi? Şimdi ne olmuştu da geri dönmüştü?
"Ben iyiyim baba. Sözlerim gerçek. Bu defa kararlıyım."
Alkol kokusuyla burnunun direği sızlayan adam "Bak eğer sarhoşluğun etkisiyle söylüyorsan bunları, geri dönüşü yok söyleyeyim ha." diyerek uyardı adamı. Gerçi kararından hiç döneceğe benzemiyordu ama.
"Hayır, sözüm söz. Ben kararımı verdim."
Burç'un tüm söylediklerinden emin olduktan sonra oğlunun suratına esaslı bir tokat patlatıverdi. Uzun zamandır içinde kalan bir hareketti bu. "Ulan hayvan oğlu hayvan! Madem evlenecektin o zaman ne diye kaçtın gittin, eşek!"
Yediği tokada karşılık hiçbir tepki vermedi adam. Öyle dümdüz durdu. Tepkisiz bir yüz ifadesiyle babasına bakıyordu. "İçinde kalan bir şey yoksa ben odama çıkıyorum baba. Nikâh gününü bana bildirirsiniz." Babasının şaşkınlık dolu bakışları altında merdivenlere doğru yürürken kendi ölüm fermanını imzalayıp intihar ettiğinin farkındaydı. Kendi hayatını bile isteye mahvetmek de bir intihar biçimiydi sonuçta.
♚ ♔ ♚
Birçok anısının olduğu bu odaya, yuvasına dönmüş, yeniden buraya yerleşmişti sonunda. Ardında bıraktıklarını düşünecek ne vakti ne de hâli yoktu artık. Bu gelgitlerden sıkılmıştı. Bir daha kimseye güvenmeyecek, hiçbir erkeği sevmeyecekti. İlk defa âşık olduğu, belki de aşka en yakın duygular beslediği adamın ona yaşattığı hayal kırıklığını asla unutmayacak, bu yara izini kalbinde bir imza gibi taşıyacaktı.
Kapı tıklatıldı ve içeri abisi Mete girdi. Doğru ya, bir de ona hesap vermesi gerekiyordu. Bakışlarında onaylamaz bir ifade vardı. Hiçbir şey bilmediği için böyle davranması normaldi. Çünkü kardeşine baktığında kendi hayatını mahveden bir kız gördüğünün farkındaydı. Olanları ona anlatamazdı. Neden böyle bir karar verdiğini anlamasını da beklemiyordu zaten. Kararı kesindi. "Hoş geldin abi."
Kinayeli bir ses tonuyla "Asıl sen hoş geldin." dedikten sonra gözlerini devirip kız kardeşinin yanı başına oturdu. Alara'nın bakışlarından sıkı bir azarı veya hesap sorma faslını beklediğinin farkındaydı. Ancak o aksine susuyordu. Çünkü bunu neden yaptığını biraz olsun anlayabiliyordu, o kadar anlayışsız ve bencil bir düşünce yapısına sahip değildi. Ama bu kız babası için kendi hayatını ateşe attığının farkında değil miydi? Sevmediği bir adamla evlenmenin çocuk oyuncağı olmadığını bilmiyor muydu, bunu anlayamıyor muydu gerçekten?
"Bir şey söylemeyecek misin abi?"
"Ne söylememi istersin? Sen zaten kararını vermişsin."
"Bilmediğin şeyler var."
"Muhakkak vardır, ama merak ettiğim şey onlar değil."
"Nedir?"
"Hani bana bahsettiğin o adamı, âşık olduğun kişiyi nasıl unutacaksın? Kalbinde bir başkası varken hiç sevmediğin, duygusal hiçbir bağ beslemediğin biriyle nasıl evli kalacaksın? Bu, o kişi için de haksızlık değil mi sence?"
"Öyle. Ama babama bunu borçluyum, onun için yapmalıyım."
"Peki, o? O seni nasıl bir başkasının ellerine bırakabildi? Hiç itiraz etmedi mi?"
"Onun hiçbir şey söylemeye hakkı yok artık. Ben onu kalbimden söküp attım abi, artık hayatımda yeri yok."
Başını iki yana sallayarak kız kardeşinin duyabileceği bir ses tonuyla "Keşke söküp attım deyince tüm duygulardan, acılardan kurtulabilseydik." diye mırıldandı. "Aranızda ne geçti bilmiyorum, belli ki birbirinizi kırmışsınız. Ama bir anlık sinirle verdiğin karar, ileride çok büyük pişmanlıklar yaşatabilir."
"Farkındayım. Ama ben bu kararı kızgınlıkla vermedim, babam için verdim. Onun sağlığı için." Derin bir iç çekti ve içinden geldiği gibi davrandı. Başını abisinin dizlerine koydu. "Keşke hiç büyümeseydik abi. Hep o bahçede koşuşturan haylaz çocuklar olarak kalsaydık. Hayatın yükünü sırtlanmak zorunda bırakılmasaydık..."
"Keşke..." Ellerini kızın saçlarında şefkatle gezdirirken "Ama bazen bazı yükleri bile isteye kabul ediyoruz sırtımıza, hiç mecburiyetimiz yokken ateşe atıyoruz kendimizi." yanıtını verdi Mete.
"Haklısın... Ama..."
"İyi düşün. Bil ki burada hep sana destek olmaya hazır bir abin var. Yine gitmek istersen sana gerekli tüm imkânları-"
"Hayır, artık değil. Daha fazla kaçmayacağım abi. Babamızın durumunu görüyorsun. Bu defa kendi isteklerim doğrultusunda hareket etmeyeceğim. Bu düğün olacak."
Kararlılığına abisi kadar kendisi de şaşırmış durumdaydı. İkisi de pencereden görünen karanlık manzaranın derinliklerine dalıp gitmişti. Alara ise o manzarayı izlerken nasıl olduğunu anlamadan derin ve tatlı bir uykunun kollarına bırakmıştı kendini.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu ღBİTTİღ
MizahBirbirinden habersiz, gelinin de damadın da düğününden kaçtığını düşünün. Eş zamanlı olarak... Gelinsiz, damatsız bir düğün... Ve kader onları tekrar karşılaştırırsa, ne olur? ♚ ♔ ♚ Gülmeye ve birbirinden tuhaf tesadüfl...